Dersim Kongresi Meclisi Yürütme Kurulu üyesi de olan İlyas Yer arkadaşımız Komünar Bellek adıyla farklı konularda tele-konferanslar düzenlemektedir. “simurg-news” sitesinde yayınlanmış olan mağdur halklara yönelik tele-konferanslar dizisini sayfamıza aktarıyoruz…
“Komünar Bellek Kolektifinin tarihsel-toplumsal sorunlara ilişkin ilgisi ve buna yönelik yoğunlaşma ifadesi olan tele-konferans çalışmalarını önemsiyor ve toplumsal yüzleşmenin halen gerçekleşmediği bu konulardaki çabaları ile dayanışma için site ve sosyal medya platformlarımızda dosya çalışması olarak yer veriyoruz. Bu sunum yazısı ile başladığımız konuşma metinlerini bölümler halinde okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz. Ezidi, Ermeni, Rum, Kürt ve Dersim soykırımlarını lanetliyor ve toplumsal yüzleşmeye çağırıyoruz. Simurg News”
Ezidi Soykırımı !
21 yüzyılda -2014 yılında- Emperyalist güçlerin denetiminde insanlığın gözü önünde, İŞİD barbarlığınca gerçekleştirildi. Ezidi soykırımını lanetliyorum!
Bundan 5 sene önce 3 Ağustos 2014 yılında, İŞİD, Irak’ın Şengal şehrini işgal edip 10.000 Ezidi´yi katletti. Binlerce Ezidi kadını, kızı rehin alınarak ya öldürdü ya da pazarlarda seks kölesi olarak sattı. Sayısı tam olarak bilinmemesine karşın binlerce kadın tecavüze uğradı. Bugün tecavüz edilen bu kadınlar tecavüz ürünü çocuklar dünyaya getirdi. Bu büyük bir travma. Öyle büyük bir travma ki Ezidi dinine göre tecavüz mağdurları Ezidi olarak kabul edilmemektedir. Büyük bir acı. Tam olarak sayıları bilinmemesine karşın tecavüze uğramış kadınlardan doğan yaklaşık 4500 çocuk olduğu söyleniyor. Bu durumda olanlar Ezidi topluluğu tarafından dıştalanıyor. Bundan daha büyük bir acı ve travma olabilir mi?
“Birleşmiş Milletler(BM)tarafından da tanınan bu soykırım üzerinden beş yıl geçmiş olmasına rağmen 2 bin 500 kadın ve kız çocuğu halen esaret altında.”
Komünar Bellek sivil insiyatifi, uzunca bir süreden beridir gündeme dair telekonferanslar düzenlemektedir. Bu telekonferanslardan birini de geçtiğimiz ay 13 Temmuz 2019 tarihinde gerçekleştirdi. Ana teması soykırımlarla ilgiliydi. Ezidileri temsilen dostumuz Prof.Dr. Jan İlhan Kızılhan da bu konferansa katılacaklardı. Kendilerinin Dahok da bulunmaları dolaysıyla telekonferansa katılamadılar. -Bir başka komünar bellek tele-konferansında bu topraklarda soykırımlara maruz kalmış halkların sözcüleri ile yeniden bir arada bulunacağız. – Dostumuz Prof.Dr Jan İlhan Kızılhan ; “1.400 kadın ve kız çocuğunu bizzat muayene ederek, henüz Irak ve Irak Kürdistan Bölgesel yönetimince karşılanamayan tedavi teknikleri nedeniyle, 1100 kadın ve çocuğun Almanyada tedavi altına alınması sağlanmıştır“ buda durumun vahametının ne kadar ağır olduğunu bize göstermektedir.
Osmanlı imparatorluğu ve Türkiye cumhuriyeti devletinin egemen olduğu topraklarda, tarihin farklı dönemlerinde, bu toprakların kadim halklarına dönük soykırımlar yaşandı. Soykırıma maruz kalmış bu halkların yaşayan evlatları olarak ; 13 Temmuz 2019 tarihinde, saat 18.00 de, yaşanan soykırımları konuşmak üzere “Komünar Bellek” sivil insiyatifi bir Tele-konferans gerçekleştirdi. Komünar Bellek Kollektifi olarak organize ettiğimiz Tele-konferansımıza, aşağıda ismi geçen aydın ve azınlık sivil toplum sözcüleri sunumlar yaptılar.
Konuşmacılar: Koçgiri soykırımı : Dr.Dilek Kızıldağ Soileau Gazeteci Erdal Emre , Pontus soykırımı: Yazar Tamer Çilingir, Ermeni soykırımı: Yazar. Hovsep Hayreni, Süryani soykırımı: Seyfo Center Başkanı Sabri Atman, Diyarbakır Süryani Der.Başkanı Murat Demir, Dersim soykırımı; Eğitmen Hüseyin Sevinç, Sosyolog Selman Çimen Uluslararası İnsan hakları ceza hukuku uzmanı Doç.Dr.Hüseyin Çelik, Moderatör; Komünar Bellek sivil insiyatifinden İlyas Yer. 13 temmuz 2019 (Cumartesi) Almanya saati ile Saat 18.00 de gerçekleştirdiğimiz Tele-konferans yaklaşık dört saat sürdü. Her bir konuşmacı kendi alanına ilişkin oldukça önemli bilgiler aktardılar. Bir hayli uzun bir konuşma olmasından kaynaklı bu konuşma metnini, önce özet ve daha sonrada bölümler halinde okuyucuya sunacağız. Oldukça uzun( yazıya dokülmüş hali 45 sayfa civarında ) olmasından kaynaklı tümünü yayımlama imkanımız bulunmamaktadır. Anlayışla karşılayacağınızı ümit ediyorum.
Bu topraklarda soykırım yaşamış halkların bir araya gelerek acılarını ortaklaştırmaları gerektiğini düşünüyorum. Yoksa yeni soykırımlar kapıda!
Komünar Bellek Kollektifi adına İlyas Yer
4Ağustos 2019
DERSİM Belediye Meclisi 22 Mayıs tarihinde Tunceli Belediyesi yerine ismini Dersim Belediyesi olarak değiştirdi.
Belediye Meclisi’nin aldığı bu karar haklı bir karardır.
Zaten kayyumdan önceki Belediye de Dersim ismini kullanıyordu.
Dêsım/Dersim geçmişte idari ve coğrafi olarak daha geniş bir bölgeyi kapsıyordu.
Etnik ve kültürel olarak bugünkü Tunceli’den daha geniş bir coğrafyadır.
Dêsım köklü inanç, etnik, sosyal, tarihi geçmişi olan bir yurttur.
Tunceli ismi dışarıdan, zorla, zulümle verilmiştir.
Fevzi Çakmak’ın „Dersim sömürge gibi yönetilmelidir“ dediği anlayış, 1936’da kanunlaşmış ve Dersim ismi yerine Tunceli geçirilmiştir.
Tunceli Kanunu 1935 yılı 2884 ve 2885 sayılı kararlarla çıkarılmış, Ocak 1936’da yürürlüğe girmiş, 1 Ocak 1947’de de yürürlükten kalkmış.
Şimdiki tartışma ve saldırılar bir kez daha gösteriyor ki, Tunceli Kanunu hala yürürlüktedir.
Tunceli ’37-38 Tertele’nin/Soykırımı’nın adıdır.
Bize yabancıdır. Bir geçmişi, kültürel, sosyal dayanağı yoktur.
Red ediyoruz, red edilmelidir.
Aldığı bu haklı karardan dolayı Dersim Belediye Meclisi, azılı ırkçı-faşist cephenin saldırıları karşısında geri adım atmamalıdır.
Saldırılara barışçıl, demokratik mevzide cevap vermeliyiz.
Belediye Meclisi aynı tarihte, “İlimizde yaşayanların Türkçe’nin yanı sıra çoğunluğunun Zazaca ve Kürtçe konuştuğu göz önünde bulundurularak belediye hizmetlerinin, ilde yaşayanların ihtiyaçları doğrultusunda Zazaca ve Kürtçe dillerinde de yürütülmesi oy çoğunluğu ile kabul edildi” kararını alması da son derece olumludur.
Belediye bu kararını hayata geçirmeli, çocuk yuvalarında ana dilde eğitim olanakları yaratılmalıdır.
Tunceli, inkar, kırım ve asimilasyon demektir.
Devletin tekçi politikaları Dersim toplumuna büyük acılar çektirmiştir. Türkiye’nin demokratik güçleri ırkçıların ve dincilerin tekçi zihniyetine karşı demokratik, onurlu bir duruş göstererek resmi tarih ve resmi ideolojiyle hesaplaşmalı, yüzleşmelidirler. Dersim tarihine, kültürüne ve kararlarına saygı göstermelidirler.
Tunceli adı, şiddet, kırım, korku, sürgündür.
Dêsım/Dersim, tarih, kültür, doğa ve hafızadır; barış, güven ve huzurdur.
24.05.2019
Dersim Kongresi Meclisi – Yürütme Kurulu
Dersim Kongre Meclisi Berlin Gurubu tarafından organize edilen ‘Bir Film Bir Kitap’ etkinliği 28 Nisan Pazar günü Berlin’deki Dersim diasporası ve Dersim dostu insanların yoğun ilgisi ve katılımıyla gerçekleştirildi.
On binlerce Dersimlinin doksanlı yılların ortalarında maruz kaldıkları köy boşaltmalarını sinemacı Devrim Tekinoğlu daha gençliğinin baharındayken ve ‘otuzsekizin’ hatıralarını aile büyüklerinden dinlerken maalesef halkıyla beraber bu ortak acının da tanığı olmuş. Kamerasıyla o yıllara bu olayın mağdurlarıyla bir yolculuk gerçekleştirerek izleyicisini gerçekliğin yalın ve vurucu gücüyle hem daha duyarlı kılıp ve hem de bu yaşananların tarihsel süreçten günümüze sürmekte olan devletin ve yandaşlarının bu çok boyutlu soykırım ve asimilasyoncu politikasını Dersim üzerinde hep diretiyor olduğunun kanıtı olarak kolektif hafızamızda yer edinmesini sağlamış.
Belgeselde Dersimli bir yaşlının ‘… yirmi beş yıldır cenazemiz yerde ve henüz kaldıramadık cenazemizi…’ cümlesi tüm acıları yürekte kristalize ediyor.
Dermansız bir dert, merhemsiz bir yara Dersimlinin hikayesi, öylesine tarifsiz ki bu, en değme tabip karşısında kifayetsiz kalır. Üzeri örtülemez, saklanamaz ve bastırılamaz. Varoluşunun her anında iliklerine sinen ve söküp atmanın mümkün olmayacağı bir acı. Kişiyi varlığında kaybeden ve bir daha telafisi mümkün olamayacak olan türden bir kayıp. Zulme uğrayanın giderken yarısını beraberinde götürdüğü ve geride bıraktığı diğer yarısını aldığı her nefeste sızlatan, yüreğe saplı kahpe bir düşman hançeri.
Kısa bir öğlen arasında, insanlar belgeselde duyumsadıklarını birbirleriyle paylaşıp yaşananları kendi aile ve yakın çevresi boyutunda yad ederlerken bu defa da Murat Kahraman yazdığı kitabından birkaç sayfa okumak için oturdu okuyucusu karşısına. İnsanlar sessiz ve saygılı bir bekleyişte idiler. Henüz kitabı okumamış olanların meraklı bakışların karşısında üçüncü kitabını yayımlamış olan yazar, önündeki kitaba baka kalıyor, açmıyor. Çaresiz ve hüzün dolu gözlerini önündeki kitaptan alıp karşısında kendisinden yeni romanını okumasını bekleyen o meraklı yüzleri şefkat dolu bakışlarla süzerken gözleriyle onlara tek tek dokunup ve tekrar önünde duran kitaba yöneliyor.
Murat metanetle içine akıtıyor dolmuş gözlerindeki acısını. Karşısında oturan ve kendisinden bir tane daha bilmem hangi sanat akımının hangi fiyakalı estetik örgesiyle bezenmiş bir zümre edebiyatı satırlarıyla kendi gerçekliğinden kaçıp bir nebze sanatın yapay sağaltma prosesinde dertlerine derman beklentisinde olan bu kardeşlerine ve kız kardeşlerine istediklerini vermeyip, titrek bir sesle başlıyor tevazu dolu konuşmasına.
Bu mekan Dersimlinin kültür evi ve o gün orada olanlar alelade bir kültür paylaşımı yapmak beklentilerinin ötesinde bir durumun içerisinde buluveriyorlar kendilerini. Ve Murat dokunaklı kelimeleriyle onlara kendi ailesinin başına getirilenleri dile getirdiğinde, herkes pür dikkat ve kimseden çıt çıkmıyor. Murat, en çok ‘nasıl?!’ diyor. Nasıl olur da bir halkı kurtarmak iddiasıyla yola çıkmış bir siyasi hareket böylesi zalim ve acımasız olabiliyor? Babam ‘suçumuz ne?’ diye soruyor, tıpkı piri Sey Rıza’nın Buğda Meydanı’ndaki boşluğa savurduğu o yargılayan sorusu misali. Babam yakarıyor belki yüreklerinde Hızır’dan bir parça kalmıştır diye o ikrarsız halden bilmez düşkünler sürüsüne, ‘tamam beni yapın kurşunlarınızın hedefi ama dokunmayın yavrularıma, onlar daha küçük, kıymayın’ diyor! Tıpatıp piri Sey Rıza’nın zalimlere ‘Uşen’im daha küçüktür, ona kıymayın’ demesi gibi.
Bilmiyorum hangi kalleş, yaşlı bir adamın yirmi dört mermiyle canını almak ister ve arkasına sakladığı iki dağ çiçeğini söküp alır dalından? Neden? Neden!..
Önce evi talan edilir, ganimet olarak ve gözleri önünde tavuğuna varana dek tüm hayvanları bir bir ahıra doldurulup ateşe verilir ve neden seyrettirilir biraz sonra kurşuna dizilecek bir aileye tüm bunlar? Manası nedir bunun?..
Murat devam ederken hikayesine dayanamayan kimi insanlar çıkıp koridorda ve kimisi de oracıkta biraz evvel Murat’ın metanetle içine akıttığı o gözyaşlarını kendi yanaklarından süzerek paylaşıyorlar bu acıyı onunla, ama bu öylesine bir paylaşım ki halden bilmeyenin anlamasına imkan yok. Orada olan insanların hepsinin aslında bu toplumun tarihindeki her kuşağına bir şekilde yaşanmış katliamların mağduru olduğu gerçekliğinden bihaber bulunan bir yabancı için bu durum anlaşılması imkansız bir sır ve bu sır buna yabancı herkes için böyle kalmaya mahkum.
Murat sorularını yöneltiyor kendi insanına ve insanlar kendi üzerlerindeki görünmez bir baskı sultasını savurup başlıyorlar kendilerinde olanı anlatmaya. Hepsi Kırmanciye yurdunun güzelim çocukları ve hepsine değmiş bu ‘thofan’. Kiminin abisini koparıp almış, kiminin babasını, kiminin ablasını, kız kardeşini, kuzenini, kirvesini koparıp almış kiminin, kiminin pirini ve kimi müsahipsiz kalmış. Devlet ki ezeli düşman hep yapmış en alçakça zulmünü ve ama bu halkın kendi içerisinden çıkan ve kendisini kurtaracağı iddiası taşıyan tüm bu hareket ve guruplar nasıl olmuşta dönüşmüş böylesi bir canavara?
Nasıl olmuş bu nasıl?
O gün orada bir salon dolusu Dersimli yaralarını açtı birbirine ve o gün orada Dersim ve Dersimli tarihinde ilk defa kalleş devletin değil kendinden çıkan ve kendi halkını kurtarma iddiasında olan siyasi hareketlerin nasıl olup da kendi halkına ve çocuklarına karşı korkunç bir canavara dönüştüğünü sorguladı. Bizden çıkan ve bizi korkunç yaralamış bu canavarın ne olduğu soruldu karşılıklı ve sorgulandı böylesi yıkıcı bir zihniyet ve hepsi tarafından lanetlendi.
Bir yazar kendi elleriyle yazdığı kitabından tek bir satır okuyamadı, ama yarasını açtı kendi insanına ve insanları ona yaralarını açtı. Her siyasi yapıdan Dersimli vardı o gün orada ve belki ilk defa kimse kendi siyasi yapısını saçma kalıp cümlelerle savunup karşılıklı bağırtılarla küfürler savurmadı birbirine. Herkes bir korku duvarını aştı o gün. O gün orada Murat Kahraman bir nebze de olsa gördüğü o güzel halkın o güzel çocuklarının karşılıklı ikrarında bunu sağlamayı başardı. O gün orada birbirine kenetlenen bu insanlara ancak özlerine dönüp birbirlerine kenetlenerek Dersimin yiten tılsımını bulabilecekleri ayan oldu.
Ve o gün orada sağalan Dersimi duyguyu sevgili Maviş Güneşer’in insanın yüreğini titreten sesinden bir Dersim ağıdı olarak hissettik.
Osmanlı İmparatorluğu ve devamı olan Türkiye Cumhuriyeti tarihi aynı zamanda Anadolu, Dersim, Mezopotamya halklarına yaşatılan fiziki ve kültürel soykırımlar tarihidir.
Devlet, Amerika’da Kızılderililer, Avusturalya’da Aborjinler, Avrupa’da Yahudi soykırımlarını yaşatanların özür dileyip gerekeni yaptıkları gibi davranmalıdır. Siyasi mücadele verenler ise dar kalıpçı yaklaşımlardan arınarak, halkların dil, kültür ve inanç farklarına saygı gösterip sahiplenerek hareket etmelidirler.
Anadolu, Dersim ve Mezopotamya topraklarında inkara dayalı yaklaşımlar bitmedikçe, Türk-İslam anlayışını dayatmaktan vazgeçilmedikçe, gerçek anlamda bir yüzleşme yaşanmadıkça, sayısına bakılmaksızın tüm halklara aynı göz hizasında bakılmadıkça barış ve huzur içinde kardeşçe bir arada yaşam mümkün olmaz.
Bu aylar soykırımları hatırlama, yas tutma ve anma aylarıdır. Ermeni, Asur-Süryani-Keldani, Pontus, Ezidi, Kırmanc/Zaza vd. halklarına yaşatılanlar dile gelecek.
1948 yılında kararlaştırılan Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. Maddesinde soykırım,
„Ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir öbeğin tümünü ya da bir bölümünü yok etme niyetiyle üyelerinin öldürülmesi, üyelerine fiziki ya da ruhsal açıdan zarar verilmesi, fiziki varlığını tümüyle ya da kısmen sona erdirecek yaşam koşullarıyla yüz yüze bırakılması, öbek içi çoğalmanın engellenmesi, bünyesindeki çocukların başka bir öbeğe aktarılması“ eylemlerinden herhangi birinin işlenmesi olarak tanımlanmaktadır.
Gerek bu tanımlama gerek tüm bu acıları yaşayan halkların tanımlamaları yaşananların birer soykırım olduğunu göstermektedir.
Tertelê ‘38i / Dersim Soykırımı
Dersim’e yönelik ilk rapor Dersim’e vali olarak atanan Arif Paşa’nın 1841 yılında kaleme aldığı askeri araştırmadır[1]. Sonu gelmeyen bu raporların asıl amacı Dersim’e hükmetme çabasıdır.
“Dersime sefer olur, zafer olmaz” söylemi Osmanlı’nın yüzyıllarca saldırıp da Dersim’e hükmedemediğinin ifadesi olmakla beraber bu durum Cumhuriyetle birlikte değişir.
Cumhuriyet Osmanlı’nın bu insanlık dışı mirasını devralır ve Dersim’i yok etmek amacıyla önce tarihi Dersim coğrafyasının çeperinden başlar. 1921’de Koçgiri, 1925’de Piran, Darhani ile Elazığ’ı vurur. Ardından 1937-38 Soykırımıyla Dersim’i içten kuşatır.
6 Mart 1921’de Sivas, Erzincan ve Elazığ’da sıkıyönetim ilan edilir. 13 Mart 1921’de ise Giresunlu Topal Osman Çetesi’nin yardımıyla Sakallı Nureddin Paşa komutasındaki orduyla Koçgiri’ye saldırılır. 132 köy yakılır, yıkılır; yüzlerce Koçgirili öldürülür, binlercesi de Anadolu’nun çeşitli yerlerine sürülür.
Hedeflenen ve yok edilmek istenen coğrafya DERSİM[2]
«(…)
Dersim tarihi, dili, inancı, kültürü ve birçok başka renkleriyle farklı bir toplumdur. Bu karakteristik yapısından ötürü; bütün tarih boyunca Türkiye devletince yok edilmesi hedeflenmiştir. Uzun tarihte gerçekleştirdiği katliamlar ve ’37-38 Soykırımı ardışık dalgalarıyla bugüne kadar devam etti. 1993-’94 yıllarında bütün köylerimiz yakıldı/yıkıldı ve dünyanın dört bir yanına sürüldük. Bu saldırı ile Dersim’i boşalttılar ve demografik yapısını neredeyse sıfırladılar.
Yakın tarihlerde “Dersim’i bir koloni olarak ele almalıyız, ona göre strateji kurmalıyız” demişlerdi. Bu bakış açısı ve strateji güncelleştirilerek devam ettiriliyor. Bir koloni gibi ele almalarının sonucunda “soykırım”a çıktılar.
(…)
Türkiye Cumhuriyeti ve Vahabi-Selefi iktidar, bu küçük coğrafyayı neden bu denli tehlikeli gösteriyor?
(…)
Burada onun bağnaz inanç dünyasıyla, ırkçı-şoven ideolojik yapısıyla, tarihi ve tüm maneviyatıyla temelde uyuşmayan bir küçük dünya var, bir Dersim var…»
Ermeni Soykırımı
Osmanlı’nın Ermenilere müdahalesi 1890 yılında II. Abdülhamid tarafından kurulan Hamidiye Alayları ile başlar. 25 Şubat 1915 tarihinde ise Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından “güvenlik ve önlemleri artırmak” amacıyla hazırlanarak Osmanlı kuvvetlerinde görev yapan tüm Ermenilerin görevlerinden uzaklaştırılması ve terhis edilmeleri emrini veren 8682 sayılı kanun ile devam eder. 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni devrimci örgütlerinin kapatılması ve örgütün ileri gelen üyelerinin tutuklanması, akabinde uygulanan Etnik temizlik ve zorla göç ettirme ile 1,5 milyon civarında Ermeni öldürülür.
Asur-Süryani-Keldani Soykırımı
Türkiye ve Kuzey Irak-İran-Suriye Asur-Süryani-Keldanileri Asurlular, Aramiler olarak da bilinir. Katolik olan bu halka Papa tarafından “Keldaniler” adı verilmiştir.
Yaşadıkları bölgenin en güçlü Hristiyan elementi olan Keldani ve Süryanilerin tarihi zulüm, katliam, aşağılanma ve unutulma hikayeleriyle dolu. 1915 yılında Osmanlı topraklarında yaşayan Asurilerin %80-85’i katledilmiştir…[3]
1914-1920 yılları arasında Kuzey Mezopotamya ve kısmen Güneydoğu Anadolu’daki Asuri nüfusu Osmanlı birlikleri tarafından zorla göç ettirildi ve öldürüldüler.[4]
Süryanice “Seyfo”, “Saypa” (Kılıç) denen Asuri Soykırımı’nda hayatını yitirenlerin sayısı 270 bin civarındadır.
Pontus Soykırımı
Pontos Rum Soykırımı diğer ulusların yaşadığı soykırımının ötesinde daha da uzun bir sürece yayılmıştır. Hem Osmanlı hem İttihat ve Terakki hem de Mustafa Kemal’in dönemini de kapsayan bir süreçte yaşanmıştır. Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak tüm Pontos Rumları’nı imha emrini vermesinden önce 153 bin kişi katledilmiş, cumhuriyetin kuruluş sürecinde ise 200 bin kişi katledilmiştir.
(…)
Pontos ve Küçük Asya Rumlarına yönelik soykırımının az biliniyor olmasının temel sebebi, soykırımın bu evresinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşuyla ilgisindendir. Türkiye Cumhuriyeti, İttihat ve Terakki’nin bıraktığı mirası devralan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmalarıyla başlayan yeni süreçte geride kalmış tek Hristiyan topluluk olan Pontoslu Rumlar ve Küçük Asya Rumları’nı da imha ederek kurulmuştur.
Sadece imha da yetmemiş, 1923 yılında Türkiye ve Yunanistan devletleri arasında yapılan Mübadele Anlaşması ile 200 bine yakını Pontoslu Rum olmak üzere, 1 milyon 250 bin Rum sürgün edilmiştir.[5]
Êzidi Soykırımı
Êzidiler, Irak Kürdistanı’nda Saddam iktidarı döneminde yaşama geçirilen Enfal operasyonlarına kadar, çoğu Osmanlı İmparatorluğu döneminde olmak üzere 73 kez katliama uğradı. Ezidiler, Saddam Hüseyin’in ‘Enfal‘ adı verilen Kürtlere dönük katliamları döneminde ise iki kez öznel olarak katledildi; bir diğer büyük katliam ise 2011 yılında Şengal’de 500’e yakın Êzidi’nin öldürüldüğü bombalı saldırı eylemi oldu. Ağustos 2014’te IŞİD’in Şengal’i işgal etmesiyse, Êzidi tarihinde yaşanan 77’inci katliam.
Êzidiler Araplar, Farslar, Türkler, Hıristiyanlar ve hatta Müslüman Kürtlerin katliamlarına uğradılar. Laleş, onlarca kez Êzidilerin başına yıkıldı; kadınları, kızları hem pazarlarda esir olarak satıldı, katledenlerin cariyeleri oldular.[6]
Hangi etnik, inanç veya siyasi gruba uygulanırsa uygulansın soykırım bir insanlık suçudur. Başta soykırımlara ve katliamlara uğramış tüm toplumlar olmak üzere yaşanan acıları birlikte hissetmek, tutulmamış yasları birlikte tutmak, ortak bir gelecek için ortak bir bellek oluşturmak zorunlu bir görevdir…
Soykırımcı zihniyetle hesaplaşmak ve yaşanan travmalarla yüzleşmek toplumların eşit haklarla bir arada yaşamasının teminatıdır…
Soykırıma ve katliamlara uğramış halkların acılarını unutmuyoruz!
Tutulmamış yaslarını tutuyoruz!
Anılarına saygıyla…
18.04.2019
Dersim Kongresi Meclisi – Yürütme Kurulu
[1] Faik Bulut, Dersim Raporları, Yön Yayıncılık, 1991.
[2] 12.08.2017, DM-Avrupa
[3] Buğra Poyraz, http://www.mirasdergi.com/keldaniler/
[4] https://tr.wikipedia.org/wiki/S%C3%BCryani_Katliam%C4%B1#cite_note-Anahit-2
[5] Tamer Çilingir, http://siyasihaber4.org/katledilen-350-bin-pontos-rumundan-haberdar-misiniz
[6] Fehmi Işık, http://www.diken.com.tr/9-sorudaezidiler-kimdir-ve-ne-yasadilar/
100 YILDIR SOYKIRIM 100 YILDIR İNKAR
Soykırım Kurbanlarına Saygı, Soykırım Mağduru Halklar için ADALET!
Soykırımı inkarın, soykırımın devamı olduğu gerçeğinin bilincindeyiz. Bu nedenle tarihimizin kanlı karanlık sayfaları ile yüzleşmek, mücadelemizin odak noktasındaki en temel gündemimiz olmaya devam edecektir. Ermeni, Asuri-Süryani soykırımını inkar eden Türkiye Cumhuriyeti devlet geleneği, bu halklarla aynı kaderi paylaşmış olan Pontos Helen halkına karşı işlemiş olduğu soykırım suçunu da inkar etmektedir. 1894 ve 1924 yılları sürecinde işlenen halklar cinayeti, sürgünler ve 100 yıldır devam eden inkar geleneği, sadece soykırım sabıklı bir devlet aygıtı yaratmakla kalmamış, aynı zamanda insanlığın ortak değerlerine sırtını dönmüş bir de Sünni İslam eksenli inkar toplumu yaratmıştır. O günlerden bu yana, tarih adına yalan ve iftira temelinde mağdur edilmiş halklara karşı propaganda, failin kurban, kurbanın katil yerine konması ve insanlığa karşı tekrar tekrar işlenen suçlar, sistemi ayakta tutmak için bir zorunluluk haline gelmiştir.
Osmanlı egemenliği ile başlayan baskı ve zulüm politikası, başta Ermeni halkı olmak üzere Küçük Asya Helenlerine, Süryanilere ve Ezidilere karşı, 1894, 1909, 1912 yılları itibariyle başlayan kitlesel katliamlar ve sürgünler, 1915 ve sonrasında tam bir soykırım faciasına dönüşmüştür. Pontos soykırımı, yenilgiye uğramış Osmanlının ve onun devamı olan TC devletinin, Birinci Dünya Savaşının galibi “uygar” devletlerin gözleri önünde işlediği büyük bir insanlık suçudur. Dersim Soykırımı ise sanki HOLOKOST için bir “önsöz”dür.
Hesabı sorulmayan, cezasız kalan soykırım suçları, sanki bir bumerang gibi insanlığa geri dönmüştür. Bu nedenle 20. Yüzyıl tam bir soykırımlar yüzyılı olmuştur. İnsanlık, tarihinin o güne kadar tanıdığı bütün toplu cinayetleri ve soykırımları gölgede bırakan Nazi karanlığının HOLOKOST barbarlığı ile tanışmıştır.
Soykırım inkar edildiği, kurbanları kanayan yaralarını hala ellerinde taşıdığı, ADALET’in devletlerin çıkarlarına kurban edildiği sürece, insanlık soykırım tehdidi altında yaşamaya devam edecektir. Bu gün soykırım sabıkalı devlet egemenliği altında asimilasyona direnen Kürt halkı ve Alevi inancı mensubu halklar, soykırım tehlikesinin odak noktasındadırlar.
Soykırım mağduru halklar için ADALET yoksa, Pontos Helenleri için ADALET yoksa, o zaman ADALET ayaklar altında demektir. İnkar, soykırım kurbanlarının geleceğe olan umudunu yıkma stratejisi, ortak yaşam atmosferini zehirleyerek imkansız hale getirme çabasıdır.
Bu nedenle bizler, Pontos Soykırımı Kurbanlarının Anılarına saygı, geride bıraktığı çocukları ve torunlarına yaşam hakkı, Pontos halkı için ADALET talep ediyoruz!
İnsan onuruna layık bir gelecek için, yeni soykırımları engellemek için kanlı karanlık geçmişimizle yüzleşmek istiyoruz.
Wiesbaden Mezopotamya Asuri Derneği, Soykırım Karşıtları Derneği, Pontos Soykırımının 100. yılı vesilesi ile 13 Nisanda düzenlemekte oldukları etkinliğe, insan hak ve özgürlüklerine saygılı insanları candan davet ederler.
Wiesbaden Mezopotamya Asuri Derneği
Soykırım Karşıtları Derneği (SKD)
Almanya Dersim Dernekleri Federasyonu (FDG) üyesi Berlin Dersim Kültür Cemaati’nin 2015 yılında başlattığı çalışmayla gündeme alınan 1937-1938 Dersim Tertelesi’nde hayatını kaybedenlerin anısına Berlin’de bir anıt dikilmesinin nihai kararı 27 Mart 2019 tarihinde Friedrichshein-Kreuzberg Belediyesi tarafından verildi. Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD), Yeşiller ve Sol Parti’nin lehte oylarıyla alınan karar gereği, Berlin Dersim Kültür Cemaati binasının bulunduğu mekana yakın bir parkta ‘Nişangê Tertelê ‘38i’ Anıtı dikilecek.
Dersim ‘37-38 Soykırımı’nın dünya kamuoyuna duyurulması, gelecek kuşaklar için hafıza merkezlerinin yaratılması, her zaman FDG ve Berlin Dersim Kültür Cemaati’nin öncelikli görevleri arasında olmuştur. Bu bilinçle hareket eden cematimiz, 16 Ağustos 2015 tarihinde belediye meclisinde temsilcileri bulunan partilere müracaatta bulunarak “Nişangê Tertelê ‘38i” projesinin startını verdi.
B’90 DIE GRÜNEN (Yeşiller), SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) ve DIE LINKE (Sol Parti) kendi yönetim organlarında projeyi değerlendirerek destekleme kararı aldılar. Bu amaçla, Proje 16.12.2015 tarihinde SPD, B’90 Die Grünen, DIE LINKE partilerinin önergesi ve die Piraten Partisi’nin tam desteğiyle Belediye Meclisi’nin gündemine alındı. Bu toplantıda, CDU (Hıristiyan Demokratlar) dışındaki tüm meclis üyeleri projenin desteklenmesi doğrultusunda tavır belirlediler. Kamuoyuna açık gerçekleşen bu toplantıya katılan Türk ırkçıları, „1938’de Dersim’de soykırım olmadı, ayaklanma vardı, bastırıldı“ gibi bildik yalanlar öne sürerek, projenin reddedilmesi için baskı oluşturdular, toplantıda bulunan temsilci arkadaşımıza hakaret ve şiddete yeltendiler. Meclis, projenin Berlin kamuoyunda tartışılması, bilgilendirme çalışmalarının yapılması, Uyum, Kültür ve Tarihi Anıtlar Komisyonlarında tartışması gerekliliğine işaret etti.
Berlin derneğimiz bu aşamadan sonra yoğun bir bilgilendirme ve tanıtım çalışması başlattı. İlk etapta liseler başta olmak üzere, çeşitli okullar davet edilerek bilgilendirme toplantıları gerçekleştirildi. Benzeri çalışmalar üniversiteler, sosyologlar ve tarihçiler başta olmak üzere bilim insanları nezdinde devam ettirildi. Önergeyi veren partilerin de onayıyla Martin Düspohl, Dr. Wolfgang Lenck, Dip. Ing. Gülshah Stapel, Natalia Bayer, Rıza Baran ve Kemal Karabulut’tan oluşan bir komisyon oluşturuldu. Bu komisyonun girişimiyle 29-30 Kasım 2018 tarihlerinde Kültür Senatörlüğü’nün himayesinde uluslararası bir kolokyum (akademik toplantı) düzenlendi. İki gün süren kolokyumda kültür senatörü, uyum senatörü, projeyi destekleyen partilerin temsilcileri, sivil toplum örgüt temsilcileri, eski Belediye Başkanı Cornelia Reinauer, Berlin Teknik Üniversitesi’nden (Technische Universität Berlin) ve Berlin Hür Üniversitesi’nden (Freie Universität Berlin) bilim insanları konuyu değerlendiler. İki gün ‘Göç Toplumunda Hafıza Kültürü, Politikaları ve Sesler’ mottosu altında atölye çalışmaları yapıldı.
Tüm bu çalışma ve tanıtım girişimlerinden sonra, 19 Mart 2019 tarihinde proje Belediye Kültür Komisyonu’nda son bir kez daha gündeme alındı ve tartışıldı. 27 Mart 2019 tarihinde yeniden Belediye Meclisi oturumu gündemine alınarak, SPD, B’90 DIE GRÜNEN ve DIE LINKE partilerinin oylarıyla kabul edildi. Belediye Meclisi’nin CDU‘lu ve AfD’li üyeleri projenin alehine oy kullandılar.
Berlin Dersim Kültür Cemaati’miz başta olmak üzere FDG ve bileşenleri Dersimliler için tarihi bir adım atmış olmanın gururunu yaşamaktadırlar.
Dersimliler, Federasyonumuz tarafından başlatılan ve ilk aşaması başarıyla sonuçlanan Dersim 1937-1938 Dersim Sözlü Tarih Projesi (DSTP) ve Berlin’de „Nisangê 38´i” gibi tarihi öneme sahip çalışmalara imza atan kurumlarına sahip çıkmalıdırlar. Bu çalışmalara ve kurumlarımıza yönelen saldırıları geri püskürtmek için birleşmelidirler.
Berlin Dersim Kültür Cemaati’mizin üyeleri ve yöneticileri başta olmak üzere, ‘Nişangê Tertelê ‘38i’ Projesi çalışması sürecine destek veren herkese, projeyi önerge olarak Belediye Meclisi’ne sunan SPD, B’90 DIE GRÜNEN ve DIE LINKE partilerine, projenin geliştirilmesi ve gerçekleşmesi için Berlin Dersim Kültür Cemaati’miz ve federasyonumuz FDG adına özveriyle büyük bir caba harcayan Kemal Karabulut’a teşekkür ediyoruz.
Andan itibaren hep birlikte anıtı dikme sürecini tamamlama mücadelesiyle yolumuza devam edeceğiz. Bu anıt mücadelenin ve dayanışmanın eseridir. Tüm Dersimliler ve dostlarınındır.
1938 Soykırımı’nda yitirdiğimiz on binlerin anısına ve geride kalanların acılarına saygıyla…
30 Mart 2019
Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu (FDG)
Berlin Dersim Kültür Cemaati
2019 Yerel Seçimleri
Türkiye bir yerel seçim sürecini daha geride bıraktı. Öyle görünüyor ki, ortaya çıkan sonuçlar yerel idari politika sınırlarını aşan boyutlara sahip. Neticede Türkiye genelinde ortaya çıkan tablo AKP açısından sonun başlangıcı dedirtecek boyuttadır. Yapılan ittifakların, ‘bağrınıza taş basın, yaşadıklarınızı unutmayın, ama birazcık hatırım varsa faşizme karşı oy verin’, diyen HDP eski Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın takındığı ve seçmenleri tarafından kabul gören yaklaşımının da varılan sonuca etkisi olduğunun altı çizilmelidir.
Karanlığa ışık tutmak ittifakların nasıl şekilleneceğine bağlı olarak gelişecektir.
Dersim’de ise kazananın da, kaybedenin de dersler çıkaracakları bir seçim geride bırakıldı. Dersim Kongresi olarak Merkez Belediyesi seçimini kazanan sayın Mehmet Fatih Maçoğlu’na ve ilçelerde seçilen belediye başkanlarına başarılar diliyoruz.
Dersim halkının tercihleri saygıyla karşılanmalı, Dersim kültüründe ve inancında var olan hoşgörü çerçevesinde seçimlerin değerlendirilip kutuplaştırıcı ve ötekileştirici söylem ve tutumlardan uzak durulmalıdır.
Dersimlilerin özgür bir yerel yönetime çok daha fazla ihtiyacı var. Yerelin sorunlarına sahip çıkmak, buradaki halkın kültürel değerlerine karşı hassasiyet göstermek, örgüt ve partilerin dar menfaatlerinden uzak durarak şeffaf, saydam ve halka karşı sorumlu bir belediyecilik anlayışıyla hareket etmek elzemdir.
Yerel halkın dil, kültür, inanç, coğrafya ve tarihine karşı sorumluluk ve hassasiyet gösterilmeli; bu yönde çalışan sivil kurum ve kuruluşlara destek ve katkı sunulmalıdır.
Dersim’in tekrardan yaşanılır kılınması için yapılması gereken çalışmalarda hep beraber hareket etmek umuduyla başarılar dileriz.
01.04.2019
Dersim Kongresi Meclisi – Yürütme Kurulu