Meclis Girişimi 2. Toplantısına Giderken Dersimlilere Çağrımızdır!
Dêsim/Dersim Meclis Girişimi gibi bir çalışmaya ilişkin başlangıçtan bugüne kadar bir hayli şey söylendi ve yazıldı. Önemli görüşler ve öneriler dile getirildi. Yazılan ve söylenenlerde birbirleriyle çakışan ya da örtüşen önemli noktalar açığa çıktı. Yanı sıra önemli düşünce farklılıklarının olduğu da bir gerçek.
Önümüzdeki Kasım ayında Almanya’da yapılacak ikinci toplantıda bu oluşumun hedefleri, amaçları ve örgütlenme şekilleri vs. hakkında daha bir netleşmeye doğru ilerleme sağlanacağına inanıyoruz.
Dersim toplumunun kimlik tanımlanmasında önemli düşünce farklılıklarının olmasına karşın; geniş bir kara parçasına yayılmış bir toplumun, kendisini çevreleyen komşulardan farklı bir etnik-kültürel özellik gösterdiği genel kabul gören bir çerçeve oluyor. Dersim, tarihi, yaşam felsefesi, dili, inancı, kutsiyetleriyle ve bunların toplamı olan kültürü ile kendisi olan bir toplum.
Bütün bu özellikleriyle, tarih boyunca egemenlerin yüksek ilgisine mazhar olmuştur. Ama bu toplum, devasa asimetrik dengelere ve kendisinin kıt imkânlarına karşın, küçülerek ya da azalarak da olsa kendi varoluşsal orijinini korumayı ve sürdürmeyi mucizevi bir tarzda başarabilmiştir. Temel dert bunun korunması, geliştirilmesi ve yaşatılmasıdır.
Meclis Girişimi çalışmasının bir “ulus yaratma” amaç ve hedefleri yoktur. Bir soyutlama ile ‘Dersim’in özgürleşmesi’ni istemek ve bunun için çalışmak ‘yeni bir ulus yaratma’ olarak algılanmamalıdır.
Mevcut haliyle Dersim toplumunu nasıl tanımlarsak tanımlayalım bütün tanımlamaların buluştuğu/buluşacağı kavşak, onun ‘kendine özgü’ bir etno-kültürel kimliğe sahip olduğudur. Bu kimliğin korunması, yaşatılması ve geliştirilmesi bu çalışmanın temel amaç ve hedefidir.
Bu ana ekseni; son yarım asırda uygulanan yol, yöntem ve araçlarla korumak artık mümkün görünmüyor. Bunların önemli bir bölümü oynaması gereken tarihsel rolünü oynamış ve mutlaka geri çekilmeyi bekliyor. Miladını çoktan doldurmuş ve devamını Dêsım’in varoluşsal bağlamından tüketen yöntemler, artık onu yok etmeyi temel amaç edinen sömürgecilerin elindeki imkanlara dönüşme tehlikeleri göstermeye başlamış bulunmaktadır.
Dersim Meclis Girişimi, hayatın her günkü akışında, devlet ve egemenler ile Dêsım toplumu arasındaki ilişkilerde, en geniş Dersim insanı tarafından sözü muhatap alınan ve dinlenen bir konumu hedeflemektedir. Böyle derin ve kapsamlı bir düzeyin yakalanması, bu güne kadar yaşanan deneylerin sentezinden geçmektedir. Dersimli’nin değişik politik akımlar arasında bölünmüş olma gerçekliği, çok özel ve hassas araç ve yöntemleri dayatıyor. Dersim’in bugünü ve geleceği üzerinde bunlarla yapılan tartışma, en güçlü ve bilimsel inandırma argümanlarına dayanmak zorundadır. Bu, en başta en geniş Dersimli kesimleri inandırma açısından gereklidir.
Dersim Meclis Girişimi, geçmişten günümüze Dersim konusunda yapılan tüm çalışmaların mirası üzerinde yükselecektir. Ve ayrıca bu çalışmaların olumlu ve olumsuz boyutlarını irdeleyerek onlarla günümüz ihtiyaçlarının bir sentezini kurmayı hedeflemektedir.
Dersim’e ilişkin oluşturulan kurum ve bu kurumların yaptığı çalışmaların belli bir noktadan sonra iç çekişmelerden ötürü bir tıkanma ve dejenerasyon yaşadığı gerçeği önemle değerlendirilerek, iç sistemde ya da ilişkilerde yeni yollar ve yöntemler geliştirmek, bu çalışmanın selameti için yaşamsal bir önem göstermektedir.
Görüş farklılıklarının tartışılmasında, itham ve tanımlamalardan, ya da görüş ifade etme adına hakaret (bu kim olursa olsun) ve karalamalardan kaçınmayı temel bir prensip katına yükseltmeye çalışılacak. Bunların yerine, sorun neyse onun özü ve sınırları yapılan araştırmalar neticesinde elde edilen bilgiler ışığında ortaya konulacak. Karşı görüşü mahküm etme, çürütme değil, ikna çalışması esas alınacak. Dolayısıyla ispatlama ve inandırma temel metod olacak. Kısaca Dersimliler arası ilişkilerde ve yaşamda bir ‘yaratıcı yıkım’ gerçekleştirmek bu oluşumun uzun erimli muradı olacak.
Dersim Meclis Girişimi son tahlilde siyasal bir oluşumdur. Tarih boyunca bu toplumun kendi kimliği için atmaya çalıştığı her adım devletçe acımasız bir şiddetle bastırılmıştır. Bugün de bu temelde atılacak her adım, Dersim toplumunun etnik-kültürel kimliği bağlamındaki her istemin muhatabı doğrudan Türkiye Cumhuriyeti devleti olacaktır. Dolayısıyla örgütlenmenin kapsamı bu zeminde yükselmek durumundadır.
Bu oluşum, Dersim – Türkiye’nin batısı – Avrupa olarak üç saç ayağı üzerinde gelişmeyi hedeflemelidir. Bu üç alandaki her kol ya da şubenin örgütlenme biçimleri, çalışma tarzları ve hedeflerinin kendine özgü farklılıkları olacaktır. Bu üç alan arasındaki akış-geçiş ve çalışmaların toplamının hedefi, Dersim toplumu nazarında saygın bir yer tutmak olacaktır. Sözüne başvurulmadan edilemeyecek bir oluşum düzeyine çıkmak güncel çalışmaların temel sorunu olmalı.
Buradan baktığımızda, bu oluşumun Dersim ve batı metropollerindeki örgütlenme ve çalışma tarzı ve hedefleri gibi boyutların daha bir hayli tartışmaya ihtiyaç duyduğu bir gerçektir.
Avrupa’da ikinci toplantısını gerçekleştireceğimiz oluşum, bir tür Dersim diasporasıdır. Temel hedefi, Avrupa’ya dağılmış Dersimliler’in en geniş kesimlerini kapsamak ve onlar nezdinde sözü önemsenen bir kimliğe kavuşmak olacaktır. Bir diğer temel eksen, insan hakları vb. sorunları dert edinmiş uluslararası kurumlarca tanınma çalışması çerçevesinde kalacak. Uluslararası hukuk kapsamında, uluslararası kurumlarda temsil hakkı kazanmak önemli bir mevzi olacak. Dil, tarih, sanat vb. kültürel çalışma görevlerini de vurgulamak gerekiyor.
Dêsım/Dersim Meclis Girişimi, söz konusu yaptığımız üç alandaki çalışma ve örgütlenmesi arzulanan hedeflere yaklaşsa bile, yakın ve orta vadede klasik bir parlamento olmayacaktır. Yani yasalar çıkarma, uygulama gibi ‘yasama görevleri’ olmayacak. Bunlar çok uzun erimli bir geleceğin sorunları olacak. Türkiye rejimi ve sömürgeci sistemdeki genel gidişat ve değişim durumuna göre değişiklikler gösterebilir.
Biz, Dersim Meclis Girişimi’nin bu ikinci toplantısını organize etmeye çalışırken, ancak Dersimliler’in çok sınırlı bir kesimine ulaşma imkanı bulabildik. Oysa temel kaygımız, Dersimliler’in en geniş kesimlerine ulaşmak ve onlarla birlikte bu çalışmayı ilerletmektir. Bu nedenle Dersim davasına ilgi duyan ve bu çalışmanın ilerletilmesine katkıda bulunmak isteyen dostların bizimle ilişkiye geçmelerini özellikle istiyor ve arzuluyoruz.
İletişim:
http://dersimmeclisi.com/iletisim/ Eposta: desimmeclisi2016@gmail.com
Dersim Meclis Girişimi Yürütme Komitesi
26 Eylül 2016
DERSİM’de Kimlik Çatışmaları
Sevdiklerinin, gün içinde selamlaştıklarının, misafir ettiklerinin, ekmeğini, suyunu paylaştıklarının, yan yana evlerde komşuluk ettiklerinin kurşuna dizilmeleri, katledilmeleri, açlığa sefalete mahkum edilmeleri insan canını ve ruhunu yaralayacak en büyük acılardır. On binlerce, yüz binlerce insandan geriye bir avuç insan da kalsa, kalanların geleceği hep vardır. Kendi değerleriyle, kendi özleriyle yaşayabilecekleri bir gelecek hep vardır. Acılarını yüreklerine gömerek, yeni kuşakları kendi dilleriyle, kendi inançlarıyla, kendi kültürleriyle yaşatarak geleceğe taşınabilirler.
Bir toplum için en büyük felaket, kendi kimliklerini, kişiliklerini var eden değerleri yitirmeleridir. En büyük refah düzeyinde de yaşatsanız, bir toplumun inancını, dilini, yaşamı tanımlamaya ve anlamlandırmaya yarayan değerlerini unutturduğunuzda o toplumu yok etmiş olursunuz. O toplum yerine, hafızası boşalmış, dilediğiniz gibi, kendi çıkarlarınıza uygun yeniden programlayabileceğiniz yeni, edilgen ve size tabi bir toplum yaratmış olursunuz.
Bir topluma kişilik veren ve binlerce yılda oluşan değerlerini yok ettiğinizde, o toplumun kendini, hayatı, evreni, varoluşu anlamlandırma biçimini de yok edersiniz. Kendi ekonomik, siyasal hedeflerinizi o toplumda gerçekleştirmekle kalmaz, o toplumu, kurduğunuz sömürü ve egemenlik sisteminizin koruyucusu ve taşıyıcısı haline de dönüştürürsünüz.
Derin kriz dönemleri, savaş dönemleri bu tür hedefleri yaşama geçirmek için en uygun zamanlardır. Suriye’ye bakın. ABD, Çin, Rusya, İran, Türkiye devletleri, kendi çıkarları doğrultusunda düzenlemeler dayatırken en güçlü argümanları etnik köken, din, mezhep gibi kavramlardır. Her kes kendi oyununu kurmuş ve senaryolarını hayata geçirmiş durumdadır. Bugün, bu tür senaryoların devreye sokulduğu ve bu konseptte adı hiç anılmayan bir yer daha söyleyeyim; Tunceli. Nam-ı diğer Dersim.
Siyasi çekişmeleriyle, kimlik tartışmalarıyla vahşi batının Teksas’ına rahmet okutacak bir coğrafyadır Dersim. Kimliğini unutturmak, kimliğini değersizleştirmek için kasıtlı uygulanan bir tartışma senaryosu. Türk, Zaza, Ermeni, Kürt kimliklerinin tartıştırıldığı bu coğrafya, akbabaların paylaşmaya çalıştığı bir leşe dönüştürülmüş durumda. Etnik kimliklerinin yanında Aleviliğinin kökenlerinin yanısıra Hıristiyanlık, Müslümanlık, paganlık şeklinde de diğer kimlik tartışmaları da hırla gidiyor. Tartışmaların hepsinin arkasında akbabaların babaları var. Çünkü Dersim halkının kendi ihtiyaçlarından kaynaklı tartışmalar değildir bunlar. Bu tartışmaların art niyetli, zararlı olduğuna dair en büyük kanıt da budur; Dersim halkının ihtiyacının olmaması…
Bir halk, ihtiyacı olmayan bir tartışmaya neden girsin ki. Bu tartışmalar etrafında neden kutuplaşsın ki. Bu tartışmalar içinde neden sözcüklerin yerini kurşunlara bıraksın ki.
Beş bin yıldır toplumları manipüle etmekte, yönlendirmekte, yönetmekte ustalaşan bu sistemin, şeytana pabucunu ters giydiren, ömrünüz boyunca kafa yorsanız aklınıza gelmeyen o kadar çok yöntemleri vardır ki; mezarınızı size kazdırır, silahınızı size yaptırır, mermiyi kafanıza kendiniz eliyle sıktırır da ruhunuz duymaz. Hiç savunamadığınız bir hakkınızı savunan birilerini kendi içinizden seçer. Sizin için kavga eden, eserler ortaya çıkaran bu insanı alır bağrınıza bastırır. Sizden biridir, sizin evladınızdır. Sizin hakkınız savunmuştur, yazmıştır, çizmiştir. Sizin ona olan inancınız, güveniniz bağlılığını en üst seviyeye çıktığında senaryonun bir sonraki aşaması devreye girer. O kişi gider, sizi yok etmek istemiş olanların safına katılır. Bunu sizin için yaptığını söyler, siz de inanırsınız. Düşmanınız kendi eliyle beceremediğini, sizden birilerinin eliyle gerçekleştirir. Asla uyanamazsınız. Kendi iradenizle takılır peşine gidersiniz.
İçinizdeki kurta bağlılığınızı arttırmak için, inançsal değerlerinizle güçlendirirler bağınızı. Sonra inancınızı, tarihleri boyunca sizleri asimile etmek isteyenlerin, yok etmek isteyenlerin inançlarına bağlamaya çalışırlar. Kaç devletle flört ettiklerini anlayamazsınız. Fakat onlar, inançlarınızla size şirin gösterdiklerinin ekonomik pazarına dönüştürmek için çabalarlar. İhanetin her türlüsü gözlerinizin içine baka baka uygulanır fakat siz uyanamazsınız. Almanya büyük aryan devleti düşünü gerçekleştirmek için inançlarınızın pagan unsurlarını kullanır, haberiniz olmaz. İran, tarihte yaptığı gibi içinizden devşirdikleriyle sizleri Şii’leştirerek coğrafyanıza hükmetmek ister, haberiniz olmaz.
Hiç kimse Dersim’e alevi inanç ve kültürünün hakim olduğu, Zaza’canın (dımıli, kırmanci) dilinin konuşulduğu bir coğrafya demez. Bunu derlerse bunca kimlik kavgasının ve asimilasyon politikalarının zemini kalmaz. Dersim üzerinde tartışılan kimliklerin her birine bakın. O kimliklere sahip halkların hepsinin bir yaşam alanı, bir coğrafyası, bir devleti, bir ili vardır. Yaşam alanı olmayan tek halk, Zaza’ca konuşan Alevi halkıdır. Ellerinde kalan tek coğrafya Dersim’dir ve Dersimi de ellerinden almak için uğraşmayan kimlik sahibi yoktur.
Dışarıdakiler bu senaryoları uygularken Dersim’in çocukları ne yapıyorlar? Aşiretçiliği eleştirerek, yererek başladılar işe. Aşiretler feodal, geri unsurlardır dediler. Kısmen doğru. Bu aşiret temelli örgütlenmeyi modern toplum örgütlenmelerine dönüştürmek yerine, onların yerine yen, aşiretler inşa ettiler. Dersimdeki aşiret sayısı kadar örgüt ürettiler ve örgüt sempatizanlığı, aidiyeti, aşiretlerinkinden daha ileri gidemedi. Aşiret kavgalarını yerenler, bu kavgaları kendi örgütlerine taşıdılar. Aşiretlerin feodallığını eleştirenler, feodal ilişkileri, “kafakol ilişkisi” şeklinde örgütlerine taşıdılar. Gün geldi, aşiretlerden çok çok geri bir zemine düştüler.
Aşiretler arasında, toplumsal bütünlüğü sağlayan bir hiyerarşi vardı. Fakat yeni aşiretler yani örgütler, kendi aralarında bütünselliği sağlayacak bir zemin oluşturamadılar. Aşiretler hiçbir zaman birbirlerini aşağılamadılar. Fakat örgütler birbirlerini, oportünistlikle, revizyonistlikle, sosyal faşistlikle aşağılayıp durdular. Aşiretler, binlerce yıl öncesinden “insan yaşamı kutsaldır” diyerek insan öldürmeyi bir ilke olarak yasaklayan bir inanca sahipken ve en ağır ceza olarak tecriti veya sürgünü öngören “düşkünlük” kurumunu benimserken, örgütler halk adına ölüme mahkum etme yasasını benimsediler. Hem de ölüm cezasını binlerce yıl önce terk etmiş bir halk adına. Şimdi bana aşiretler arasındaki kavgalarda işlenen cinayetleri hatırlatarak karşı çıkmayın. Önemli olan örgütsel bir yapının, ister aşiret olsun, ister örgüt olsun, ister devlet olsun, kendi hukuksal sisteminde öldürmeyi öngörüp görmemeleridir. Benimseyip benimsememelidir. Üstelik aşiretler ceza vermeden önce yaptıkları yargılamaları tüm halkın gözleri önünde yaparken, meçhul yargılamalarını kapalı kapılar ardında yapanlardan söz ediyoruz.
Dün eski aşiretler yerine yeni aşiretler kuran Dersim’in çocuklarına bu gün, Dersimin kültürünü, inancını, bütün olarak kimliğini başka yerlere yamayan ajanları da eklendi. Yaşlıları ise, 38’de deşilen yaralarının, kendi çocukları tarafından deşilmesinin acısına sessiz çığlıklar atarak, huşu içinde ölecekleri günü bekliyorlar. Yaşlıların en büyük acısı, düşmanlarının azmi ve büyüklüğü değil, umuda açılan kapıların kendi çocukları tarafından kapatılmış olmasıdır.
Dersim bir devlet değildir. Olmasın da… Dersim, silahların konuştuğu bir vahşi batı da olmasın. Dersim, tüm semavi dinler öncesinde var olan, semavi dinlerle de yer yer kendini ortaklaştırmış bir Aleviliğin ve bu Alevi’lerin Zaza’ca konuştuğu yer yüzündeki tek coğrafyasıdır. Bırakın da böylesine ufak, böylesine özel bir coğrafya, insanlığın zenginliği olarak kalsın, yaşasın. Bu istek bilincinize, yüreğinize, ruhunuza, hırsınıza fazla mı geliyor?
_ Zülfikar Akar _
Bir Dersim Arşivi veya daha modern biçimiyle bir Dersim Dökümantasyon Merkezi neden gereklidir?
Dersim’in tarihi, sosyal ve politik yaşamı hakkında küçümsenmeyecek derecede bilgi ve belge vardır. Ama ne yazık ki, bu bilgi ve belgeler uzman veya en azından usta sayılabilecek eller tarafından toplanıp bir araya getirilememiştir. Sonuç olarak bugün Dersim hakkındaki bilgiler, sadece bölük pörçük değil, aynı zamanda birçoğu tahrip ve talan edilmiş, çarpıtılmış ve hatta tahrif edilmiştir. Bu tahrifat sadece devlet ve bağlı kurumlar eliyle olmamış, aynı zamanda kraldan daha kralcı geçinen ve elverişli ortamdan nemalanan bazı şahıs ve çevreler tarafından da gerçekleştirilmiştir. Konunun bütün yönleri ile ortaya konulup değerlendirilmesi gerekir. Ancak ben uzatmadan bazı örneklerle buna dikkati çekmek istiyorum.
Birinci örnek, devlete ait belgeler ile ilgilidir. Bilindiği gibi devlete ait belgelerin çoğu Başbakanlık Cumhuriyet ve Osmanlı arşivleri ile Genelkurmay başkanlığı arşivindedir. Ve bunların çoğuna bugün itibari ile ulaşmak mümkündür. Serap Yeşiltuna adlı ırkçı ve faşist biri “Devletin Dersim Arşivi” adı altında bu belgelerin bir kısmını bir araya getirerek kopya halinde yayınlamıştır. Arkasına ve önüne yazdığı önsöz, sonsöz gibi ırkçı hezeyanlarını bir yana bırakalım, belgelerin çoğu ya okunamıyor veya çok zor okunuyor. Oysa bu belgeleri kronolojik sıraya ve konularına göre tasnif ederek okunaklı bir halde ve gerektiğinde notlarla, ilgili resimlerle besleyerek çok daha yararlı bir şekilde ortaya koymak mümkündür.
İkinci bir örnek, arşivlerde bulunan belge ve bilgilerden bazılarının kırıntı halinde basına aksettirilmesi veya yayınlanmasıdır. Bunu yapanların amaçları, niyetleri farklı farklı olabilir. Bazıları araştırma amacıyla kendi çalışmalarına kaynak gösterirken, bazıları da bu bilgileri bir üstünlük ve böbürlenme, maddi veya kişisel çıkar için kullanmış veya kullanmaktadır. Osmanlı Belgeleri’nde Dersim Tarihi (Osmanlıca-Türkçe 50 Orijinal Belge) gibi güzel bir çalışma Ahmet Hezarfen tarafından yayınlandı. Cemal Şener, bunu iddialı bir isimle ve şatafatlı bir önsöz ile yayınlasa da elli belgenin bir arada yayınlanması taktire değerdir. Ancak bunlar, belki de binde bire tekabül etmeyecek bir oran. Bu gibi belgeler kronolojik bir düzenlenmeyle biraraya getirilerek 1500’lerden günümüze ışık tutacak bir çalışma pekala ortaya konabilir.
Diğer bir örnek, özellikle 1937-38 soykırımı ve daha öncesindeki görsellere aittir. Bu görsellerin bir kısmı ailelerden ve harekata katılanlardan geriye kalmıştır. Önemli bir kısmı ise devlet arşivlerinde veya Nazmi Sevgen, N. Hakkı Uluğ gibi Dersim’de çalışma yapmış şahsiyetlerin eserlerinde yayınlanmıştır. Dersim ile ilgili yazan, çizen gazeteci, yazar birçok kişi ulaştıkları bu belgeleri, özellikle kanıt niteliğindeki resimleri çoğu zaman kaynak göstermeden yayınlamışlardır. Yeni bir tartışma açmamak için burada isim telaffuz etmeyeceğim. Ama kitaplarına ilgili ilgisiz resim koyanların, bunların kaynağını belirtmeyenlerin, en iyimser haliyle gerekli titizliği göstermeyenlerin yaratmış olduğu muazzam bir bilgi kirliliği vardır. İnternetin gelişmesi ile beraber bu bilgi kirliliği daha da yoğunlaştı. Örneğin ilgisi olmadığı halde darağacındaki bir resim Seyit Rıza diye sunulmakta, Polonya veya Ukranya’daki Nazi kamplarında çekilmiş çıplak kadın veya sürgün kafilelerinin resimleri Dersim’de olmuş gibi yayınlanmaktadır. Aynı şekilde Maraş katliamı veya Ermeni Soykırımı’na ait resimler de Dersim 1937-38’e ait gibi sunulabilmektedir. Oysa hem Dersim ve hem de Ermeni Soykırımı’na ait yeterince resim vardır. Özcesi Dersim’e ait resim gibi görsellerin bir araya toplanması, bunların kaynakları ile beraber kaliteli bir şekilde yayınlanması tarihimiz açısından bir ihtiyaçtır. Başta ellerinde bu değerli belgeleri bulunduranlar olmak üzere diğer tarih ve insanlık sever insanlar böyle bir çalışma yürütmek üzere adım atarlarsa çok iyi bir şey yapmış olacaklarıdır. Tabii gönül ister ki, böyle bir çalışma bir Dersim kurumu tarafından yapılsın. Böyle bir çalışmayı projelendirmek, sağlıklı bir sonuca vardırmak mümkün müdür? Dersim arşivi, Dersim müzesi, Dersim bilgi bankası, Dersim Dökümantasyon Merkezi gibi aynı veya yakın içerikli sorunlar ilk defa benim tarafımdan gündeme getirilmiyor tabii ki. Ancak bu ihtiyaç bütün sıcaklığı ile varlığını sürdürmektedir. Konuyu tartışmak ve bilince çıkarmak gerekiyor.
10.04.2016
Mustafa Kahraman
Yusuf Ziya Paşa’nın Tuzağına Düşen Şeyh Hasanlu Aşiretinden Kesilen Altmış Baş.(1)
Özet
1798 yılında Erzurum Valisi Yusuf Ziya Paşa, bugünkü Dersim coğrafyası içinde bulunan Şeyh Hasanlı Aşireti liderlerini Çemişgezek’e davet etti. Otuzu aşiret reisi olmak üzere yüze yakın kişi Çemişgezek’e geldi. Gece olunca bu kişiler evlere misafir olarak dağıtıldı. Önceden yapılan plana göre bu kişilerin hepsi bulundukları evlerde katledildi. Altmış kişinin kesilen başı İstanbul’a gönderildi.
Abstract
In 1798, Erzurum Governor Yusuf Ziya Pasha invited Sheyh Hasanlu tribe leaders to Chemishgezek, which located in present-day Dersim Land. Nearly one hundred individuals, including thirty tribe leaders, came to Chemishgezek. Around night time, these people were distributed all over the village and were given accommodation in the local guest houses. As planned in advance, they were all murdered, whilst sixty of them were decapitated and their severed heads were sent to Istanbul.
Erzurum Valisi ve Keban Maden-i Hümayun Emini olan Yusuf Ziya Paşa (Kör Yusuf Ziya Paşa olarak bilinir), 1798 yılında(2), Çemişgezek’e ve civar köylerine rahatsızlık verip yol eksen Desimli ve Şeyh Hasanlı aşiretlerinin ileri gelenlerini Çemişgezek’e davet et(tir)mişti. Daveti kabul edip gelen ve büyük kısmı Şeyh Hasanlı olan ağalara ziyafet çeken Çemişgezek voyvodası, onlardan yana görünerek, akşam olunca kendilerini ikişer-üçer halde evlere misafir
Bu makale, Munzur Dersim Etnografya Dergisi’nin 2016 yılı 40. Sayıda Yayınlanmıştır.(1)
Yusuf Ziya Paşa’nın Keban Madeni Eminliği görevini üstlendiği ilk dönem Hicri 1200 (M. 1785-86) ‘dan 1213 (M. 1798-99)’a kadar, ikinci dönem ise Hicri 1224 (M.1809-10)’dan 1226 (M. 1811)’e kadardır. Bkz. Fahrettin Tızlak, Osmanlı Döneminde Keban-Ergani Yöresinde Madencilik (1775-1850), Türk Tarih Kurumu, Ankara 1997, s.58’deki dipnot. Aşağıda aktarılan –hatırattaki- olayın 1798 yılında geçtiğini hem belgelerden hem de Yusuf Ziya Paşa’nın hal tercümesinden anlamaktayız. Paşa’nın hal tercümesi için bkz. Darendeli İzzet Hasan Efendi, Ziyaname: Sadrazam Yusuf Ziya Paşa’nın Napolyon’a Karşı Mısır Seferi (1798-1802), Hazırlayan: M. İlkin Erkutun, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2009, s. XXXI.(2)
olarak dağıttı. Kurulan tuzağı fark edemeyen ağaların hepsi gece olunca katledildi ve kesilen başları İstanbul’a gönderildi. Bu durumu, Yusuf Ziya Paşa’nın biyografisini yazan İzzet Hasan Efendi’den özetlersek, Hasan Efendi olayı şöyle anlatmaktadır:(3)
Maden-i Hümayun civarındaki Desimlu ve Şeyh Hasanlu Ekradının yerleşik oldukları Ducik (Tujik) Dağı denilen yer, etrafı yirmi günde ancak geçilebilen, taşlı ve çetin yolları olan, ormanlı ve tehlikeli bölgedir. Öncesini bilemesem de yüz senedir valilerin eli buraya ulaşamamış, alınan tedbirler hep eksik kalmıştır. Defalarca üzerlerine sefer olunmuşsa da netice alınamamış ve hezimetle sonuçlanmıştır. Yusuf Ziya Paşa Keban Madeni’ne teşriflerinden sonra, çevreye fazlasıyla zarar veren Şeyh Hasanlu cemaatini kökten söküp atmak amacıyla, “harp hiledir” hadis-i şerifine uyarak bir plan yaptı. Adı Uzun İsmail olan ve iş bitirici bir adamını, yanına da yüz kadar hizmetli vererek Çemişgezek’e voyvoda tayin etti. Uzun İsmail kendisine telkin edildiği üzere, memleketin ileri gelenlerinin yanında şöyle dedi: ‘Bu Şeyh Hasanlı Ekradı, eskiden beri halka el uzatırlarmış. Ancak benim meramım, bunların ileri gelenlerinin her birisine iyi hediyeler ve her kesin şanına uygun harçlıklar verip, kendileriyle anlaşma yapmak ve benim görevim esnasında kimseye bir zarar gelmemesine çalışmaktır’. Bu söylentiler yayıldıktan birkaç gün sonra aşirete elçiler gönderildi tüm rüesa davet edildi. Bunlar tamahkârlıklarından dolayı hemen davete icabet edip, otuz kadar kabile rüesası ve oymak kethüdası ile yetmiş-seksen kadar da yakınları Çemişgezek kasabasına, voyvoda konağına geldiler. Voyvoda kendilerine, geldikleri için çok memnun kaldığını ve kendisinden ne talepleri varsa kabul edeceğini söyleyerek, kendilerini Çemişgezek ağalarının evlerine dağıttı. Bunun için Yusuf Ziya Paşa’nın emrini göstererek kendilerini, Şeyh Hasanlıların başlarını kesmeleri için ikna etti. Zaten onlar da dünden razıydı. Her kes gidip hazırlık yaptı ve gece yarısı olunca, iki üç saat içinde yüz kadar kelle voyvoda konağına geldi. Bundan sonra birkaç sene ahaliye hiç dokunmadılarsa da sonraki yıllarda gene hasar vermeye başladılar.
( ………. )
Belge 2. Başları Kesilip İstanbul’a gönderilen altmış kişiye dair belge.
Transkripsiyonu:
Şah Hasanlu ve Dücik Ekrad-ı eşkıyaları demekle ma’ruf şekavet-pişelerin sergerde-i gürûh-bed ve
mekruhlarının ser-maktû’a-yı menhuseleri defteridir
Topuzlu oğlu Alişer
Şat oğlu Ali
Laçin oğlu Suhco?
Karganlu (Kırganlı) Mehmed oğlu Sado
Topuzlu oğlu Mehmed
Laçin oğlu İbrahim
Hınconun/Hanconun oğlu Ahmed
Horşunun oğlu Gülabi
İbrahim
Maksonun oğlu Ali
Aziz oğlu Bali
Zekonun oğlu Veli
Mahmud oğlu Mustafa
Oksüz oğlu Ali
Zivanlı/Zeyvanlı Süleyman
Arillu Hara(?)nın oğlu Bertal
Genconun oğlu İsmail
Kara Memonun oğlu İbrahim
Arillu Mustafa
Leçan (Laçin) Uşağı, Bozo
Leçan oğlu Birık
Kalanlı Çik/Çak oğlu
Müşkirekli Velinin karındaşı oğlu Salih
Küpüklü/Köpüklü Ali oğlu İbrahim
Şeyh Ömerli Ali
Maksunun emmisi Mahmud
Arilli Yusuf
Mirzonun oğlu Bertal
Ceman Yekün
( ………. )
Dr.Mehmet Yıldırım
Yazının tümü… kaynak link’de
Devlet özrünün hukuki sonuçlarını beklerken Dersim katliamı hakkında, sözlü tarih çalışmalarıyla bu işin peşine düşen Cemal Taş’a sorduk:
HAZAL ÖZVARIŞ-T24
Dersim katliamı, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “devlet adına” dilediği özür ve CHP-AKP tartışmasının ardından hiç olmadığı biçimde gündeme gelmiş bulunuyor.
İletişim Yayınları, 1930’larda yaşanan ve açık bir sırra dönüşen facia konusunda Kurtuluş Savaşı komutanlarından Orgeneralİzzettin Çalışlar’ın kitaplığından çıkan ve sadece 100 nüsha olan “Dersim Raporu” da dâhil olmak üzere özel kitaplar yayımladı. Bu kitaplardan biri de Cemal Taş’ın hazırladığı “Dağların Kayıp Anahtarı”ydı.
Dersim doğumlu Cemal Taş, bir sözlü tarihçi. Yıllardır hem projeler, hem de kişisel çabalarla Dersim katliamı tanıklarıyla görüşen Taş, konuştuğu kişiler arasında 12 tanığın hikâyesini seçerek “Dağların Kayıp Anahtarı”nda yayımladı. Biz de devlet özrünün hukuki sonuçlarını beklerken Dersim katliamı hakkında, sözlü tarih çalışmalarıyla bu işin peşine düşen Cemal Taş’a sorduk:
Toplu mezarlar nerede? Dersim’de evlatlık verilen kızların listesi Genelkurmay Başkanlığı arşivinde mi? Kenan Evren’in eşi Sekine Evren Dersim’in kayıp kızlarından mıydı? Harekâtta Alevi askerler de var mıydı? Katliama katılan askerler yaşananları nasıl anlatıyor? Seyit Rıza, öne sürüldüğü gibi bir kukla mıydı? Dersimli CHP milletvekili Kamer Genç katliamı neden reddediyor? Ve Dersimliler neden hâlâ önemli oranda CHP’li?
İşte Cemal Taş’ın www.t24.com.tr‘nin sorularına verdiği cevaplar:
‘En az 30 toplu mezar, 100 katliam noktası var’
– Toplu mezarlar nerede?
Dersim coğrafyasının her bir kilometresinde neredeyse bir katliam yeri var. Küçüklükten beri bildiğimiz yerler vardı. Son yıllarda, bilmediğimiz noktaları da, hâlâ devam eden Dersim 1937-38 Sözlü Tarih çalışmaları çerçevesinde köy köy gezerek katliam tanıklarına sorduk. Bize göstermelerini rica ettik, onlar da gösterdi. Dersim dağlık bölge olduğu için, tanıklar sadece yaşadıkları yerleşim yerlerini değil, dağın karşı tarafında yapılan katliam bölgelerini de gösterebiliyor. Ya olay esnasında görmüşler, ya silah sesleri duymuşlar ya da sonrasında cesetleri görmüşler. Benim yaklaşık 100 noktaya gitmişliğim var. Birçok yerde toplu mezar yeri var, insan kemiklerini bulduk.
– Yani Dersim’de 100 toplu mezar yeri mi var?
Gördüğüm her katliam yeri şu an toplu mezar olmasa da 100 tane katliam noktası biliyorum. Katliam noktalarından en azından 30’unda toplu mezar var. Toplu mezar olmayan yerler, nehir yatağı veya dere kenarlarıdır. Bunlar kanıt bırakmamak için bilinçli seçilen mekânlar. İnsanlar katledildikten sonra ya suya atılmış ya da kuşlar, kurtlar yesin diye açık alanda bırakılmış. Açıkta kalan cesetler çevreye dayanılmaz koku yaymış günlerce. İnsan cesetlerini yiyen köpekler kudurmuş.
‘Toplu mezarları savcılara gösterebilirim’
– Savcılar toplu mezar yerlerini göstermenizi isterse bunu yapar mısınız?
Tabii ki gösteririm. Ayrıca, sözlü tarih çalışmalarını yaparken katliamda ölen insanların isimlerini de tespit ediyoruz. Bir film çalışmamız olduğundan şimdilik kamuoyu ile paylaşmasak da, elimizde kısmen de olsa katledilenlerin bir listesi de var.
– Kaç isim var elinizde?
Binlercesine ulaşamıyoruz, çünkü katliamın ertesinde ailesinden geriye kalmayanlar oldu. Ama elimizde yüzlerce isim var. İsimlerinin yanında cinsiyet, yaş gibi detayları da belirtmeye çalışıyoruz. Yürüttüğümüz Dersim 1937-38 Sözlü Tarih Projesi kapsamında imkânlarımız olursa en son tanığa kadar gitmeyi planlıyoruz.
Kenan Evren’in eşi Dersim’in kayıp kızlarından mı?
– Proje için bugüne kadar maddi desteği kim sağladı?
Yurtdışında yaşayan Dersimlilerin kurduğu Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu (FDG) proje yürütücüsü oldu. Dersimlilerin katkıları ve federasyon üyelerinin proje için yaptığı etkinliklerden elde edilen gelir ve bağışlardan toplanan mütevazı kaynaklarla finanse edildi. Çalışanların hepsi gönüllü çalışıyor. Şu ana kadar hiçbir kurum ve fondan kaynak başvurusu yapılmadı. Ancak asıl kaynak bundan sonra lazım olacak.
– Kenan Evren’in eşi Sekine Evren’in Dersim’in kayıp kızlarından olduğu iddia ediliyor. Çalışmalarınız bunu doğruluyor mu?
Bunu iddiayı destekleyen kaynaklardan biri (gazeteci) Yavuz Semerci‘nin amcası Hayri Koç’tu. “Herkesin Bildiği Sır: Dersim” kitabında da yayımlandığı üzere, Koç, “Amcamın Cemile adında bir kızı, Cemile’nin Sakine adında bir kızı vardı. Yani amcamın torunu. Benim yaşlarımdaydı. Sakine hakkında bir iddia çıktı, hatta gazeteler de yazdı. Dersim’den evlatlık alınmış diye. O bir söylenti değil, gerçektir. Çünkü eşimi evlatlık alan subay, Elazığ Dişili nahiyesinde açıkladı. Gerçekten de adı Sakine’ydi. Kaynanam, Mehmed Ali Kankotan‘ın kızıydı. Sakine de Mehmet Ali Kankotan’ın kızıdır” dedi. Elimde konuşmanın görüntülü kaydı var.
– Eğer iddia doğruysa, Kenan Evren neden kabul etmiyor?
Bunu anlatan kaynak şu an yaşamıyor. Ancak Kenan Evren’den tersi bir açıklama gelmediğine göre de iddia hâlâ geçerli sayılır.
‘80 yaşındaki amcamda süngü izleri hâlâ duruyor’
– Siz bu araştırmaya neden başladınız?
Ben doğduğum topraklarda folklorik alan araştırmalarına başladım. 80’li ve 90’lı yıllarda geleneksel müzik ve mitoloji üzerine kayıtlar yaparken gördüm ki, her bir bireyin Dersim ‘38 ile kesişen ortak bir hayat hikâyesi var. Yaşlılara yaşını sorduğunuzda bile, yaşlarını ‘38 öncesi ve sonrasına göre hesaplıyor. ‘38 herkes için bir milat. Ayrıca, katliamda benim ailemden de 20 kişilik bir kafilenin süngülenerek öldürüldüğünü sonradan öğrendim. Evlerinden alınıp götürülen o kafileden 7 yaşındaki bir çocuk olan Sedali amcam yaralı olarak kurtulmuş. O amcam şimdi 80 yaşında, İstanbul’da yaşamını sürdürüyor. Vücudunda o zamanın süngü izlerini taşıyor. Bu olaydan sonra dedem kahrından ölüyor. Sürgün kararı çıkan halam sürgüne gitmektense intiharı tercih ediyor. Ailemin diğer fertleri ormana kaçarak kurtulmuş. Bu yaşananları dinlemek de beni tetikledi.
Kendi dilim ile yazı yazma hissiyatı buna benzer yaşanmışlıkları kayıt altına almamı destekledi. Bu çalışmaları kişisel çabalarla ‘90lı yıllarda yapmaya başladım. Son iki yıldır da akademik bir çalışma olan Dersim 1937-38 Sözlü Tarih Projesi ile devam ediyorum. Bu proje kapsamında 250 tanık ile görüştük. Şimdilik bu projenin Türkiye ayağından sorumluyum. Tunceli’de bir büro kurduk, ’38 tanıklarıyla görüşmelere devam ediyoruz. Mayıs ayında projenin çalışma raporunun bir kitapçık halinde basılarak kamuoyu ile paylaşılmasını hedefliyoruz. 4 Mayıs tarihi aynı zamanda TBMM tarafından onaylanan Tunceli tenkil harekâtına dair Bakanlar Kurulu kararının verildiği tarihtir. Bu tarihi bilinçli olarak belirledik.
~
‘Çocuğunu boğan bir annenin itirafının ses kaydı var’
– Süreç içerisinde sizi en çok etkileyen ne oldu?
Her hayat hikâyesi genelde benzerlik taşısa da, özelde detaylarda çok ayrıntılar gizli ve her bir dram insanın içini burkuyor. Ancak en ağır olanları çocuk ve kadın hikâyeleridir. Subaylar tarafından evlatlık alınmak için annelerin koynundan alınan kız çocukları, yetim olarak sürgüne gönderilenler, askerin eline düşmektense kayalıklardan ve uçurumlardan kendini atan genç kadınlar, ağlamaların sesi askerlerce duyulmasın diye annelerin çocuklarını elleriyle boğmaları… İnanılmaz gibi gelebilir, ancak bende bunu itiraf eden bir annenin ses kaydı var. Nasıl yapabildin diye sorunca, “yüz kişi öldürüleceğine bir, iki çocuk feda edilirdi” diye açıkladı.
Askerlerin hamile kadınların karnındaki cenininin cinsiyeti üzerinde bahis tutulmaları, karnı süngü ile deşilme canilikleri… Bu süngülemeler sırasında yaralı kurutulan insanlar oluyor ve günlerce yapayalnız, cesetler içerisinde kalakalıyorlar. Ormana yaralı kaçıp kurutulanlar da var. Yemek ve su ihtiyaçları için köylere inmek istiyorlar, ama ortada kalan cesetleri yiyen köpekler kudurduğundan, köye inemiyor ve açlıktan ölüyorlar. Bütün bunarlı tanıklar anlattı.
‘Asker anlattı: Kurşuna dizip gaz dökerek yaktılar’
– Harekâta katılan askerlerle de görüştünüz mü?
İki askerle görüştük. Bunlardan biri şöyle anlattı: “37 kişiyi evlerden topladık götürdük, başka bir bölüğe teslim ettik. Gözlerimizin önünde kurşuna dizdiler. Sonra altına bir sıra odun, üstüne insanlar ve üstlerine tekrar bir sıra odun koydular, tost gibi yaptılar. En son gaz döktüler ve yaktılar. Sonra yakılan kafilenin içinden bir çocuk fırladı. Askerlerden biri koştu, süngüyle yakalayıp tekrar ateşin içine attı.”
‘Harekâta katılan Alevi askerler travma yaşıyor’
– Bu iki asker ne durumda?
İlginçtir, ama ikisinin de ortak paydası Alevi olmaları. Biri yaşananları şöyle anlatıyor: “Bizi oraya götürdüklerinde ‘Biliyor musun? Bunlar Kızılbaş’tır.” Diğeri de “Ermeni saklamış Dersimliler” dediklerini aktarıyor. Demek ki katliama giden askerleri motive etmeye çalışmışlar. Mehmet Ali Çavuş adındaki tanık “Öldürülmek için içtima edilen insanlar, salâvat getirirken yer gök inliyordu, ‘ya Hızır’ diye bağırıyorlardı” diye aktarıyor. Bu asker, ayağına diken batan kadın yere çökünce ağlamaya başlamış. Komutan, “Neden ağlıyorsun?” diye sorunca “Annem aklıma geldi” demiş. Komutan adamın duygusallığını fark edince “Sen artık mağaradan adam toplamaya gelmeyeceksin” demiş. Diğer asker Haydar Dede de “Çocukları öldürdükleri zaman ağladım. Komutan, ‘neden ağlıyorsun’ dediğinde belli etmemek için ‘çocuklarımı özlediğim için ağlıyorum’ dedim” diyerek anlattı olanları. Onların da bizim yaşadıklarımız gibi travmalar yaşadıkları açık.
– Çocuklarına anlatabiliyorlar mı?
Anlatmış olmalılar, çünkü onlarla iletişim, torun veya çocukları aracılığıyla başladı.
‘Seyit Rıza uydurulan senaryonun lideridir’
– Sizce Dersim katliamı neden yapıldı?
Sebebi isyan değildi. İsyan, Dersim’de yapılan katliamın meşrulaştırılması için kullanıldı. Ulus-devlet projesi, yani tek dil, tek din, tek kimlik anlayışı. Dersim meselesi halledildikten sonra da gayrimüslimler ve diğer azınlıklara da inkâr ve dışlama planları uygulandı. Sözlü tarih araştırmacısı olarak Dersim’e yapılan harekâtla ilgili şunu söyleyebilirim:
Dersim, uzun yıllar Osmanlı’yla mezhepsel ve farklı nedenlerle uyum sorunları yaşamıştır. 4. Ordu Komutanı Zeki Paşa’nın kaleminden çıkmış 1896 tarihli, “Dersim Islahatı Hakkında Babıali’ye Takdim Olunan Mayıs 1312 Tarihli Layihadır” başlıklı rapor bugüne ulaşan Dersim konulu en eski layihalardan biridir. Osmanlı’dan Cumhuriyet dönemine 30’a yakın harekât yaşandı. Cumhuriyet döneminde 1935 yılında çıkarılan Tunceli Vilâyetinin İdaresi Hakkında Kanun ile Osmanlı dönemi lahiyaları arasında öz anlamda bir benzerlik söz konusu. Yani Cumhuriyet bir anlamda yarım kalan bir hesabın rövanşını iştahla yapmış.
– Dersimliler, özerk olmak istiyorlar mıydı?
Özerk yaşama istekleri var. Bunu Osmanlılara karşı direnişlerinde görüyoruz. İnanç kimliğine karşı bağlılıkları öne çıkıyor. Ama Dersim’de bir tek inanç ve etnik kimlikten bahsetmek karşılığını bulmuyor.
– Birçok kaynakta iddia edildiği üzere idam edilen Seyit Rıza’nın İngiltere’nin kuklası olduğu ne kadar doğru?
Uydurdukları isyanın başına bir lider gerekiyordu. Seyit Rıza bu senaryonun lideridir. Bir de bu liderin ihanet senaryosu gerekiyordu. Bu filme yabancı değiliz… İstanbul’daki gayrimüslimler için linç girişimi gerekçesi “Selanik’te Atatürk’ün evini yaktılar”, Maraş için “Aleviler camiye bomba attılar” , Sivas’ta 37 aydın yakıldığında da “Allahsızlar Tanı’ya laf uzattılar” denilmemiş miydi? Provokatif linçler hâlâ belleklerde… Dersim’de bir tek aşiret yok ki Seyit Rıza lider olsun. Her aşiretin bir lideri var ve her aşiretin etkinlik alanı farklı. Varsayalım lider Seyit Rıza idi. Neden 7 aşiret lideri 1937’da Elazığ’da idam edildi ve 70 küsuru da ağır hapis ile cezalandırıldı?
– Özerklik isteği Cumhuriyet döneminde de sürdü mü?
Kızılbaşlar için bir endişe kaynağı olan Osmanlı’nın Cumhuriyet’e evrilmesi daha kabul edilir bulunuyor. Sıcak bakılıyor. Hatta görüşmelerde otonomi vaatleri verildiği biliniyor. Bu anlamda Osmanlı, Cumhuriyet’e göre daha geri bulunuyor.
Dersimlilerin CHP ile bağını koparmamasının iki nedeni
– Dersimliler tüm yaşananlara rağmen CHP’yle bağları koparmadı. Stockholm sendromu Türkçeleştirerek yöneltilen “Dersimliler neden cellatlarına âşık” sorularına ne diyorsunuz?
Gerçekten âşıklar mı, değiller mi, bir araştırma konusu olabilir. Katliamdan kurtulanların çoğuna, “Atatürk, Fevzi Çakmak olmasaydı, siz ölecektiniz. Onların haberi yoktu, katliamı öğrenince onlar sizi kurtardı” diyorlar. Bu propagandanın uzun yıllar etkileri olabilir. Ayrıca, 1938’den itibaren tek partili bir dönem var. CHP dışında düşünebilecekleri başka bir seçenek yok. Ama çok partili dönemin ardından 1960’larda yaşanan aydınlanma süreci ve sonrasında Dersimlilerin CHP’den çok, daha radikal sola eğilimli olduğu görülüyor. Ama genelde CHP’ye yönelen bu eğilim, CHP’nin alternatifi parlamentodaki diğer partilerin hâlâ sağ ve Şafi-Sünni mezhebinin temsilcileri olmasından kaynaklanıyor. Bu son seçimlerde de Erdoğan, sürekli Kılıçdaroğlu’nu etnik ve inançsal kimliğinden vurmaya başladı. AKP’nin bu politikası Dersimlileri Kılıçdaroğlu’na yönlendirdi.
~
‘Kamer Genç katliamı onaylıyorsa Dersimlilerin kanında eli var’
– Özür için Kemal Kılıçdaroğlu önce “Topluma nefret tohumları ekildi” dedi, bir gün sonra da taleplerden bahsetti. Dersimliler açısından bu tutum ne ifade ediyor?
Kılıçdaroğlu, kendi partisi içindeki muhalif sesleri memnun edeyim derken önce Erdoğan’ı Dersim özrü konusunda bölücülükle suçladı. Ertesi gün Erdoğan’dan daha geri ifadelerde bulunduğunu fark edince çark etti ve sürgünlere toprakların iadesi gibi taleplerden söz etmeye başladı.
Ancak bu konuda devlette bir süreklilik söz konusu. AKP, bu işi CHP’ye yükleyerek sıyrılamaz. CHP ise hâlâ 30’lu yılların CHP’si olduğunu ispatladı. Geçmiş misyonuna sahip çıkarak hâlâ ulusal bir çizgide ısrar ettiği, İnönü’nün torununun açıklamalarında da ifadesini buldu. Kılıçdaroğlu, “Dersim’de bir isyan olabileceği için harekât yapıldı, sonra bir isyan çıktığı için bu isyan bastırıldı. Dersim olayı münferit bir olaydı” dememiş miydi?
– CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç, “Dersim’e durup dururken harekât diye bir şey söz konusu değildir. Derebeyleri ta Osmanlı döneminden beri bölgede devleti tanımıyor, vergi vermiyor, askere gitmiyor. Atatürk bunlara karşı önce ikna yöntemini kullandı. Sonuç alamayınca harekât kaçınılmaz oldu” dedi ve “katliam” kelimesinin yeni icat edildiğini söyledi. Başbakan özür dilerken, Dersimli Genç’in sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kamer Genç, TBMM’de kaç dönemdir milletvekilliği yapan bir Dersimli. Eğer Kamer Genç, bu katliamı yapan zihniyeti onaylıyorsa onun da Dersimlilerin kanında eli var demektir. O suça ortak olmak demektir. Genç, seçimler sürecinde de yaptığı açıklamalarda “Dersimliler halis muhlis Türk’” dedi. Elbette Dersim’de Türkler de var, ama ben Dersim katliamında öldürülen on binlerce kişi arasında bir Türk ismi duymadım.
– Kamer Genç, bir dahaki seçimlerde Tunceli’den Meclis’e girebilir mi?
Sanmıyorum.… Zaten katıldığı bir televizyon programında “Dersim meselesini gündeme ilk getiren benim” iddialarında bulundu. Sizin hatırlattığınız cümleleri şimdiden unutmuş gözüküyor.
‘Kılıçdaroğlu dürüst biri, ama söylediklerine inanamıyorum’
– Kılıçdaroğlu’na karşı bu kadar sert değilsiniz…
Zaten keskin cümlelere gerek yok. Kılıçdaroğlu kişisel olarak dürüst kimliğiyle tanınır. İdeolojik tercihine bir şey demiyorum, ancak Dersim konusunda politikaya ilk atıldığında da “Münferit bir olaydır” demişti. Ancak kendisi de bir Dersimli olmasına rağmen Başbakan’ın yarım ağız özrü üzerine ifade ettiği cümlelere inanamıyorum. Şaşkınım. Başbakan’a bundan dolayı “bölücü” dedi. Bu duruşu ne ona sevgi besleyen Dersimlilerin gönlünde yer yapacak, ne de genel başkanı olduğu partiye yaranacak … Bence bir Dersimli olmasa da Dersim konusunda devleti daha ileri şeyler yapmaya zorlamalı. Eğer siyasal hayatındaki konumunu kaybederse, önerim politikaya atılmadan önce ilgi duyduğu Dersim davasına hizmet etmeli.
‘Genelkurmay’da Dersim bombardımanı görüntüleri olabilir’
– Dersimliler, özürden sonra AKP oy verir mi?
Sanmıyorum. Birincisi özür, devlet adına verilir. İkincisi AKP zihniyetinin, Maraş, Çorum, Sivas olaylarında sicili temiz değil. AKP, Kürt açılımı ve Alevi çalıştayında da sınıfta kaldı. AKP’nin samimi olabilmesi için onunda kendi tarihiyle yüzleşmesi gerekiyor.
– Açılması beklenen Genelkurmay arşivlerinden ne çıkması bekleniyor?
Kaç kişinin öldürüldüğünün, hangi ailenin nereye sürgün edildiğinin ve birbirinden ayrılan ailelerin, evlatlık verilen kızların kimlere verildiğinin listesi mutlaka vardır. Görüşme yaptığımız bir tanık, kendi kız kardeşini bulmak için Genelkurmay’a başvurduğunu ve orada olan bir defterden bakılarak kız kardeşinin verildiği aileye ulaştığını belirtti. En önemlisi de, uçaklarla yapılan bombalama görüntülerinin olabileceği ihtimali var. Bir de Dersimli ailelerden gasp edilen paraların kimlerce gasp edildiği açıklanmalı. “Dersim zenginleri” diye tabir edilen kişiler var.
Ordunun kimyasal gaz kullandığını, Dışişleri Bakanlığı yapmış İhsan Sabri Çağlayangil itiraf etti. Dersim trajedisinin boyutlarını gerek tanık anlatımları gerek dönemin resmi ağızlarının anı ve yayınlanan resmi raporlardan az çok biliyoruz. Ancak, arşivler açıklanırsa devletin asıl niyeti ve uygulanma tarzını kamuoyu öğrenmiş olacak. Mağdurların taleplerinde haklı olduğu anlaşılacak. İnsanların bir daha böyle acılar yaşamasının önüne geçilecek, kardeşçe yaşamanın yolu açılmış olacak. Yüzleşme demek, tekrarı önlemek demektir.
DÜNYA’DA ÖZERKLİK SİSTEMLERİ VE DERSİM’DE ÖZERKLİK SORUNU / Celal YILDIZ
Etnik, dinsel ve dilsel temeldeki ‘Kollektif Siyasal Özerklikler veya otonom bölgeler’ dünyamızda 20 devlet içinde olmak üzere 60 değişik bölgede yaşamaktadır. Bir ülkede kişilerin özgür olması ile etnik, dinsel ve dilsel temeldeki azınlıkların özgür olması çok farklı şeylerdir. Genelde ‘siyasal özerklik veya bölgesel özerklik’ terimleri azınlıkların kollektif özgürlüğünü betimlemek için kullanılır.
Her özerk bölgeyi tarihten beri bu toprak üzerinde yaşayan kavmin sınırları belirler. Belirleyici olan toprak parçası değildir; o toprak üzerinde yaşayan farklı etnik, dinsel ve dilsel grupların özgürlüğüdür. Dünyadaki her ‘özerk bölgelerin’ birbirine benzeyen genel ortak özellikleri vardır ama tarihi ve sosyal gelişimi farklı olduğu için her ‘özerk bölgenin’ kendine has ve ayrı özellikleri de bulunur. Diğer bir deyişle dünyadaki hiçbir özerk bölge diğerine benzemez. Görüşmelerde üçüncü bir göz olsa bile her otonom bölgenin statüsü o bölgedeki merkezi hükümetle tartışılıp anlaşarak tespit edilir. Bu durumda otonom-özerk bölgelerin çeşitlerini arttırır.
Etnik ,dinsel, dilsel nedenlerle şiddet ve çatışmaların daha da yaygınlaştığı ve yükseldiği dünyamızda siyasal özerkliğin önemi bir kat daha artmaktadır. Aslında ülkelerde veya bölgelerde siyasal özerkliğin hukuksal temelde işlerlik kazanması ve uygulanması kimlikler arasındaki çatışmaların son bulmasını sağlar. Barışçı yolla kabul edilmiş bir ‘siyasi özerklik hakkının’ şiddet yoluyla bağımsızlığa ulaşmak isteyen ‘ayrılıkçı hareketleri’ zayıflattığı ve radikalleşmeyi engellediği bilinen bir gerçektir. Azınlıklara özgürlük sağlanması anlamına gelen ‘siyasal özerklik’ şiddetin, savaşın ve ırkçılığın panzehiridir. Tek ırktan ve tek devletten yana olan değişik ülkelerdeki tüm milliyetçi akımlar ‘siyasal Özerkliğe’ hep karşı çıkarlar.
1990’larda Sovyetler Birliği’nin ve Yogoslavya’nın dağılması sonucunda özerk bölgeler dünyamızda daha da yaygınlaştı. Siyasal Özerklik veya otonom bölge aslında hukuk devleti ve çoğulcu demokrasiler içinde anlamlı ve tutarlı şekilde uygulanma alanı bulur. Gerçek çoğulcu demokratik devletler ‘siyasal özerkliği’ hem uygulanır hale getirir, hem de sağlam hukuksal temellere oturtur. Çağımızda demokrasinin çıtası o devlet içindeki azınlıkların haklarına bağlıdır. Ayrıca bilinmesi gerekir ki; ‘otonom bölge’ demokratik bir rejim içinde bulunsa da anayasal temelde garantisi olmazsa kolayca tıkanır ve yok edilebilir.
Genellikle diktatör rejimlerin iktidara geldiği ve demokrasinin işlevini yitirdiği ülkelerde; “özerk bölgeler” krize girer ve istikrarsızlıklar başlar. Dünyanın birçok ülkesinde ve bölgesinde azınlıklara ‘siyasal özerklik hakkı’ verilmediği için barışçı ortam bozuldu. Kaos, şiddet ve silahlı çatışmalar dönemine girildi. Bu çatışmalar bazı bölgelerde ayrışmaya kadar gitti. Oysa ‘doğal, demokratik hakları’ kabul edilen birçok devlet içindeki azınlıklar; kendi tam bağımsız ve doğal haklarından vaz geçtiler ve sadece ‘siyasal özerklikle’ yetindiler. Bunun birçok iyi örneği var dünyamızda.
Sadece azınlıkların değil; bölgede yaşayan tüm halkların yararınadır siyasal özerklik. Çünkü siyasal özerklikler sayesinde o bölgede veya ülkede kaos, kargaşa ve şiddete son verilir ve barış ortamı sağlanmış olur.
Siyasal Özerklik veya otonom bölge denilen sistemler bu gün pratikte beş kıtada da uygulanmaktadır. Azınlığın içinde azınlık olan bölgeler de vardır dünyamızda. Bölgelere göre değişen siyasi özerklik zaten çok karmaşık bir konudur. Azınlık içinde azınlık yani özerk bölge içinde özerk bölge olmak meseleyi daha karmaşık hale getirir.
1948 tarihli birleşmiş milletler sözleşmesi öz olarak azınlıkların haklarını belirliyor; soy kırımını ve nefret suçlarını tanımlıyor. Sözleşme bu hakların ve özgürlüklerin verilmesinden yanadır. Yine ‘Avrupa Hakları Federal Birliği’ de etnik, dinsel ve dilsel azınlıklara siyasal özerklik tanınması konusunda cesur bir konvasyon sundu. Bu tür kuruluşların amaçları ayrılıkçılığı kışkırtmak değildir. Amaçları; çoğulcu demokrasi temelinde, azınlıkların da özgür olduğu bir toplumda birlikte yaşamanın kurallarını güçlendirmektir. Adını verdiğimiz iki kuruluş da mevcut devletlerin özgürlükler temelinde korunmasını ve halkların birlikte yaşamasını savunuyorlar. Bir ülkede azınlıklar özgürce yaşayabiliyorsa, bölücü akımlar zayıflar ve emellerine ulaşamaz.
Her özerk bölgenin genel kuralları vardır demiştik. Örneğin merkezi devlet ülkenin geneliyle ilgilenir. Dış politikayı yürütmek, ordu teşkilatı ile dış savunmayı yapmak ve para basmak gibi genel işler kapsayan merkezi devletin görevleri arasındadır. Özerkliğin işlerlik kazandığı ülkelerde merkezi hükümet bazı görevleri yerel otonom bölgelere devreder. Yani dikey örgütlenme değil; yatay örgütlenmeye ağırlık verilir. Özerk bölgelerin en iyi ve açık örneklerinde vali ile belediye başkanının görevleri tek elde toplanır ve yerel parlamentolar vardır. Bu işleri yürüten kişinin adı belediye başkanı, genel vali veya eyalet başkanı olabilir. En önemli şartlardan biri yerel bölgenin halkı kendi siyasi yöneticilerini ve meclisini demokratik seçimlerle belirler.
Yerel bölgedeki vergiler o özerk bölgenin bütçesini oluşturur. Polis teşkilatı yani iç güvenlik halk tarafından seçilmiş olan yerel başkana bağlıdır.
Aynı dili konuşan, aynı kültüre sahip olan bir devlette uygulanan federatif sistemi ile etnik, dinsel ve dilsel azınlıkları temel alarak kurulan federatif sistemler çok farklı şeylerdir. Siyasal özerkliği kabul eden sistemlerde farklı azınlıklara ait olan farklı kültürel haklar uygulama alanı bulur. Yani Eyaletler farklı kültürlere göre belirlenir. Genelde çoğunluğun dili ortak anlaşma dili olarak tüm okullarda öğretilir ama özerk bölgelerdeki okullarda o bölgedeki azınlıklara göre farklı dillerle de eğitim yapılır.
TÜRKİYE’DE DURUM
Türkiye’de Kürtler sayıca en çok olan azınlıktır. Azınlık haklarını savunan bir eyalet veya özerklik sisteminin kurulması için Kürtlerin ve diğer etnik azınlıklıkların sokaklarda dilsel haklarını kullanması yeterli değildir. Azınlıkların yoğun olduğu bölgelerdeki okullarda kendi ana dilleriyle eğitim yapılması her azınlığın doğal hakkıdır. Azınlıkların etnik, siyasal, kültürel, inançsal ve dilsel sorunlarının olduğunu başlarda vurgulamıştık. Kürtler ile Türkler arasında etnik, kültürel ve dilsel alanda farklılıklar vardır. Fakat aynı dini inanca sahip oldukları için iki halk arasında dinsel alanda sorunları yoktur. Oysa Türkiye’de Alevilerin ve diğer dinsel azınlıkların ise sorunları genellikle dinsel alandadır. Bu alanda haklarının uygulamaya konulmasında büyük engeller bulunmaktadır. Devlet okullarında hala Alevi ve Hristiyan çocuklarına Sünni din dersi zorunlu olarak okutulmaktadır. İnsan onurunu zedeleyen bu uygulamaya son verilmesi gerekir. Ülkedeki Kürtlerin ve diğer tüm azınlıkların bu önemli sorunları çözülmeden huzura ulaşmak zordur.
DERSİM’İN ÖZERKLİK SORUNU
Üzerinde kara bulutların dolandığı bu günkü Dersim’in bekasını düşünmek ve halkın ufkunu açmak bu gün daha da önem kazanmaktadır.
Bilindiği gibi Dersim halkının tek vilayeti vardır. Ama ne yazık ki bu bölgede planlanan barajlarla Dersimliler sürülmekte, Dersim’in demografik yapısıyla oynanmakta ve hatta son günlerde savaş çıkartılarak ülkemiz insansızlaştırılmak istenmektedir. Tüm bu ağır sorunlarla cebelleşen Dersim kendi geleceğine ve siyasal özerkliğine dair bir plan veya program yapmayı düşünce olarak bile aklına getirmiyor.
Osmanlı döneminde Dersim genel olarak ayrı bir eyalet sayılmıştı ama dinsel ayrım nedeniyle hep dışlanan bir eyalet olmuştu. Bilindiği gibi ezici çoğunluğu farklı Raa Hak inancına sahip olan çok dilli Dersim’de yine ezici çoğunluğunun dili de Kırmancki-Zazacadır.
İslam dünyasında tarihi ve sosyal gelişimi ile çok farklıydı Dersim halkı. Kavimler döneminden beri bu bölgede yaşayan halk; bu gün de farklı bir yapıya sahiptir. Bilime önem veren hümanist, barışçı ve demokratik kültürü ile Orta-doğuya iyi bir örnek olabilir Dersim. Eğer tüm azınlıkların özgür olacağı bir sistem kurulacaksa; hem etnik ve dilsel, hem de dinsel bakımdan farklı olan Dersim halkına her iki yönüyle azınlık haklarının verilmesi gerekir.
R.T. Erdoğan iktidarının yarattığı tüm siyasal gerginliğe rağmen bilinmesi gerekir ki; Türkiye’nin Batı’daki demokratik sistemi tümden terk etmesi çok zordur. Araplara özenmek sadece bir fantezi olarak kalır. Türkiye halkı kendi çıkarları nedeniyle gelecekte 1948 İnsan Hakları sözleşmesine ve Avrupa hukuk kurallarına uymak zorunda kalacaktır. Bu nedenle siyasal özerkliklerin uygulanacağı demokratik bir sistemdeki yerini ve geleceğini düşünerek Dersim halkı ileride ne yapacağını, nasıl tavır alacağını şimdiden belirlemek zorundadır. Dersim Diasporasının örgütlü olması önemlidir ama anavatanda örgütlü olmak daha önemlidir. Çünkü anavatan yok olursa; diasporamız göçmen kuşlar gibi vatansız durumu düşer. Uzun bir dönem vatansız kalan Yahudilerin; tekrar vatan sahibi olmak ne bedeller ödediğini için ve neler çektiğini düşünmek ve anavatanımız üzerinde oynanan sinsi tuzaklara düşmemek gerekir.
Bazı Dersimli Dostlarımız, Dersim dışında yaşayan Dersimlilerin ana vatanda yaşayanlardan daha fazla olduğunu sık sık tekrarlıyor ve bunu çok önemsiyorlar. Bu konuyu bir örnekle açıklayalım: Ülkemizde dört beş milyon Çeçen yaşıyor. Dillerine özgürlük istiyorlar ama ülke sathına dağıldıkları için Türkiye’de bir ‘özerk bölge’ isteyemiyorlar. Çünkü bir bölgede yoğun değiller. İşte bundan dolayıdır ki; ana vatan Dersim’de yoğunlukta ve çoğunlukta olmak çok önemlidir. Bu nedenle anavatanda örgütlenmeye ağırlık vermek, savaş planlarını boşa çıkarmak zorundadır tüm Dersimliler. Çünkü anavatandaki yoğunluk varlığımızı devam ettirmenin yani bekamızın garantisidir.
Dili ve inancıyla ayrı bir siyasal azınlık olan Dersim; ayrı bir eyalet mi olmak istiyor? Yoksa Kürt azınlığının içinde ayrı bir azınlık mı? Türklerin içinde bir Kürt azınlığı ve Kürt azınlığın içinde dilsel, dinsel, ırksal farklılığı olan Dersim azınlığı olabilir mi? Azınlığın da azınlığı olmayı yani otonom içinde otonom olmayı istemek acaba çok kolay ve çok doğru mu?
Bu yazının başlarında ‘siyasal özerkliklerin’ her bölgede değişik ve ayrı uygulandığından dolayı çok karmaşık bir konu olduğunu; azınlığın içinde azınlık olmanın ise işi daha da karmaşık kıldığını yazmıştım. Azınlığın içinde ikinci bir azınlığın yaşam kurallarını bulmaya çalışmak Dersimlilerin özgürleşme işini iyice zorlaştırır kanısındayım. En mantıklı ve en pratik çözüm tarihte ayrı bir eyalet olan Dersim’in; yeni demokratik çoğulcu bir ülkede; tarihte olduğu gibi yine ayrı bir eyalet olmasıdır. Şimdiden Dersim Eyalet Meclisi(DEM) altında kurumlaşırsa; ileride kurulacak olan fedaratif bir sistemde ‘Dersim Eyaleti veya Dersim Özerk Bölgesi’ olarak bekasını devam ettirebilir Dersim…
Kısacası geleceğimiz çok belirsiz ve karmaşık görünüyor. Bölgemizde kasıtlı savaş çıkararak bu kargaşa içinde Dersim’i yok etmek istiyorlar. Bu kadar karmaşık olan durumuz için Dersimlilerin önce derin uykusundan uyanması; kendi kaderini kendi eline alması; şimdiden hedeflerini belirlenmesi; bu yola hizmet eden planların yapılması ve bu yolda mücadele verilmesi gerekir. “Ağlamayan bebeğe meme verilmez,” demişler…
Celal YILDIZ
————————————————
NOT: Bu yazı İtalyan Thomas Benedikter’in Modern Özerklik Sistemleri(Dünya Özerklik Örnekleri) kitabının Türkçesinden yararlanılarak yazılmıştır./CY.
Zülfikar Akar·/ MECLİS GİRİŞİMİNE ÖNERİ -II-
Toplumların örgütlenmelerinde en büyük güç inançtır. Örgütlenme, hangi amaca yönelik olursa olsun, toplumu bir arada güçlü tutabilmenin, ortak değerler oluşturabilmenin, ortak hedefe yöneltebilmenin en güçlü aracı hep inanç olmuştur. İnsanlık tarihine baktığımızda, görebildiğimiz en uzun ömürlü örgütlenmeler, hep inanç temelli örgütlenmelerdir. Dinler, ideolojiler, sınıflar, egemenlikler değiştiğinde bile, bu değişimlerin içinde kendini yeniden yaratan ve devam eden en güçlü örgütlenmeler, inanç temelli örgütlenmelerdir. Dinlerin dahi değiştiği coğrafyalarda, inanç temelli örgütlenmeler, yeni dinlerin çatısı, egemenliği altında kendilerini revize ederek, özlerini bozmadan, değiştirmeden varlıklarını sürdürebiliyorlar.
İnancı sosyolojik bir gerçeklik, dini ise ideolojik, egemen sınıfsal bir gerçeklik olarak görüp, farklarını ayırt ettiğimizde, insan doğasındaki yerlerini de daha net görebileceğiz. Gelişmişliğin kriterleri tartışılabilir fakat alışılagelmiş anlamıyla, gelişmiş toplumlara baktığımızda, hiçbir toplum kendi inançlarını ret ederek, inançlarına savaş ilan ederek ilerlememiş, gelişmemiştir. Bunu, Ortaçağın, feodal yapının ideolojisi olmuş dinlerle karıştırmamak gerekir. Özellikle semavi adledilen dinler, toplumların genel çerçevesini belirlerken inançlar, on binlerce yıllık insan deneyimlerinden kaynaklı değerleri toplumun ve bireyin yaşamının her alanına ince ince işler ve düzenler.
Dersim inancını da bu perspektifte görmenin ve değerlendirmenin yararlı ve gerekli olduğunu düşünüyorum. 1960 sonrası sol, sosyalist gençliğin kendinden önceki nesille ve tarihiyle kopuşunu da büyük ölçüde bu perspektiften yoksun olmasına bağlıyorum; din ile inancı birbirinden ayıramamasına.
Bir insanın doğumundan ölümüne kadar tüm süreçlerini oluşturan değerler, inanç hamuruyla yoğrulmuş, inanç ile sistematik bir düzene konmuş. Doğum ritüeli, emekleme ritüeli, diş çıkarma ritüeli, nişan ritüeli, düğün ritüeli, ölüm ritüeli… Bireyin bireysel gelişim, yaşam süreçleri de, toplumun diğer bireyleri ile olan ilişkileri de (musahiplik, kirvelik, annelik, babalık, kardeşlik vb…) hep inanç temelli ritüel ve değerlerle şekillenmiş. Sadece bireyin ve toplumun ilişkilerini değil, insan ile evren ilişkisini açıklayan bilgi ve düşünceler de inanç çatısı altında ifade edilmiş. Bir toplumun inancını yadsıdığınızda, yok saydığınızda, o inançla taşınan tüm bireysel ve toplumsal değerleri de bir çırpıda kaldırıp atmış oluyorsunuz. Bunu yaptığınızda da karşınızda ne hitap edebileceğiniz bir birey ne de hitap edebileceğiniz bir toplum bırakıyorsunuz. Topluma bir gelecek sunayım derken, geleceği sunuyorsunuz ancak o geleceğe taşınacak toplumu geçmişe gömüyorsunuz.
Dersim Meclisini oluşturmanın eşiğinde olan Dersim Meclis Girişiminin bu konuyu ciddiyetle ele alması gerektiğini düşünüyorum. Pir, mürşit, rayber makamlarının yeniden toplumda inşasına yönelik girişimde bulunmasını öneriyorum. Bu makamlara kısaca “Dedelik Kurumu” diyerek devam etmek istiyorum. Dedelik kurumunu oluşturmak elbette Meclisin ve Meclis Girişiminin görevi değildir. Dedelik kurumunun Meclis dahil tüm kurumlardan bağımsız olması, doğasının gereğidir. Ancak, Meclisten bağımsız olacak olan Dedelik kurumunun Mecliste temsil edilmesi de zorunludur diye düşünüyorum.
“El ele, el Hakka” ve “Elden ele, Elden Hakka” şeklinde genel olarak ifade edilen dedelik örgütlenmesinin yeniden aktif hale getirilmesi, erkânın kurulması gerektiğine inanıyorum. Süregelen gelenek ve değerlere bağlı olarak, bunun nasıl inşa edileceğine yine dedeler yani, ocak sahipleri karar vereceklerdir. Tarihten beri Dersim’in değerlerini taşıyan bu kurumun yeniden güçlü bir şekilde oluşması, yaşama müdahale edebilecek bir konumda olması için, Meclis Girişiminin de üstüne düşeni yapması gerektiği inancındayım.
Zülfikar Akar / 3 Mayıs 2016
ZÜLFIKAR AKAR/ DERSİM MECLİSİ’ne ÖNERİ
“Dersim meclisinin temsiliyeti, meclisin üyeleri, kanımca en önemli konulardan biridir. Meclisin, üyelerin, delegasyonun kimlerden oluşacağı konusu, bu günden sağlam temellere oturtulamazsa ileride, büyük kavgaların, sürüşmelerin ve hatta çöküşün nedeni olabilir.
Meclis, her şeyden önce bir örgütlenme modelidir. Dersim’in en zengin olduğu konu örgütlerdir. “Dersim dışarıya örgüt ihraç etse, en zengin bölge olurdu” şeklinde bir espiriyi de yapmadan edemiyorum.
Dersim’de bu kadar çok örgütün olması, her şey bir yana gerçekten bir zenginliktir ve çağdaş yaşamda yer arayışının pozitif bir ürünüdür. Dersim’deki legal ve illegal her örgütlenme, Dersimin modern dünyayla, modern dünyanın dinamikleriyle, fikirleriyle bir köprü oluşturmuştur. Bu yanıyla bakmamız çok önemlidir. Dersimdeki bu örgütlenmeler geleneksel, kadim yapıya, kültürel dokuya zarar vermiştir tezi, tamamen yanış olmamakla birlikte, bu zararı da tamamen bu örgütlenmelerin sırtına yıkarak, onları mahkum etmek ve ötekileştirmek de yanlışların en büyüğüdür.
Dersim’in kadim yapısının yıkılmasının en büyük nedeni devletin asimilasyonu, baskısıdır. Belki de ikinci sırada gelen neden, Dersim’in kadim yapısını binlerce yıl sürdüren ve çağımızda temsil eden kurum ve insanlarının, kendilerini yenileyememeleri, örgütlülüklerinden, ifade biçimlerine kadar kendilerini üretememeleri ve kendilerini kuşatan dünyayla bir diplomasi geliştirememeleridir. Tüm bu nedenleri bir kenara bırakıp daha geniş bir çerçeveden bakacak olursak; dünya ve toplumlar sürekli gelişmek zorundadır. Gelişerek değişmek zorundadır. Gelişerek değişemeyen toplumlar, kendileri dışındaki dinamiklerle değiştirilirler ki bu da o toplumların yok edilmesi demektir.
Dersim Meclisi ile Dersim’deki özellikle ideolojik örgütler arasındaki bağa, ilişkiye gelince:
İdeolojisi olan her örgütün, toplumlara, geleceğe, örgütlenmeye dair bir modeli, bir önerisi zaten mevcuttur. Görebildiğimiz kadarı ile bu önermeler arasında Dersim’in tarihi, kültürel dokusu, inanç dokusu hakkında tatmin edici bir önermeye de sahip değiller. İdeolojileri ve hedefleri gereği, bu sorunu ötelemek durumdadırlar. Bir de bu örgütlülüklerin ve önermelerinin dışında, Dersim konusundaki bazı çözümleri geleceğe ötelemek yerine, bugünden bir şeyler yapılmasını isteyen büyük bir talep ve ihtiyaç vardır. Bu durum birinin yanlış, ötekinin doğru olduğu anlamına kesinlikle gelmiyor. Geleceğe ve gelişmeye yönelik farklı bakış açıları ve örgütlenme biçimleri birbirlerinin rakipleri veya birbirlerinin olumsuzlayıcıları değil, birbirinin tamamlayıcılarıdır ve böyle olması da geleceğe taşınabilme ve gelişebilme konusunda zorunludur.
Bütün bu perspektifle benim önerim, Dersim Meclisinde, zaten örgütlü olan insanların değil, mevcut örgütlenmelerde aradığını bulamayan, mevcut örgütlenmelerin boş bıraktıkları alanlarda üretim ve gelişim sağlayabilme arzusunda olan insanlar olmalıdırlar. Önerdiğim bu prensip Dersim Meclisini, kesinlikle diğer örgütlenmelerin muhalifi niteliğine büründürmemeli, diğer örgütlülükleri dışlamamalı ve karşılarında konumlandırmamalıdır. Her örgütlülüğün kendi özgün hedefi, kendi ideolojisi olduğu gibi, farklı sorunlar temelinde oluştuğu göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle, tüm diğer örgütlülüklerden bağımsız oluşacak olan Dersim Meclisi, diğer tüm örgütlülüklerle de dayanışma içinde olmalı, fikir alışverişinde olmalı, gerektiğinde ortak tavır ve perspektif geliştirebilecek yetenekte ve niyette olabilmelidir.
Sivil toplum örgütlerinden siyasi partilere kadar tüm örgütsel yapılarla bir diplomasi yürüteceği gibi devletle de uluslararası yapılarla da diplomasi yürütmek her meclis gibi bu meclisin de temel ve zorunlu görevlerinden biri olacaktır. Bu nedenle ve bu bilinçle daha işin başındayken titiz ve doğru adımlarla ilerlemelidir.
Meclisin, bir örgütlülükler konfederasyonuna dönüşmek yerine, daha özgün ve bağımsız olması gerektiğini düşünüyorum.”
Saygılarmla.
5 Nisan 2016
Zülfikâr Akar.
DERSİM MECLİSİ OLUŞUM SÜRECİ ÜZERİNE SİYASİ VE ÖRGÜTSEL ÖNERİLER ( ASLAN SERTİF )
Koordinasyon yürütmesinde bulunan arkadaşlara başarılar diliyorum. Dersim Meclisine doğru Logo için yapılan çalışmalar sevindirici.
Tarihte bir cümle bile telafuz edilmemiş etnik kimlikleri bugün Dersime dayatmak infazdir. İsmi Munzurlu, Jel, Duzgıni, Kureyşi, Mansuri … Zazaca konuşanlar da denilmiştir. Kürt’te dedirtmişler Türk’te dedirtmişler.
Dersim meselesi evrensel hukukun BM ve Avrupa Konseyi, Afrika Halkların var olma hakkı sözleşmeleri, Uluslararası anlaşmalardaki onlarca kriterden dolayı mülki coğrafyasın da soykırımlara mahruz kalmış kendince azınlık bir halk topluluğunun varlık sorunudur.
(…)
Dersim ulussuz ‘’Demokratik ulus ideolojisi’’dahil, linç edilmenin hışmına uğradı. Sırf yorgun düşen ruh halleri ‘’Tertele Verinin’’ küllerinden yeşerip ille de ‘’Be gunayme ‘’paradigması pes etmedi.
Son 30 yıla yakın ille de dönmemekle direnen ve Dersim gerçeğini itikatını hakkı divanını arayan yaşatmak isteyen onurlu tanınmış, ya da kendini tanıtamamış Dersim sevdalısı bileşen ruhlar şimdi yeniden umut için yol aşkına Dersim Meclisine doğru yola düşen işik oldular.
İnandırılacak yanı olabilir mi ?
Komplo ütopyalarla Dersimli bir bütün ‚‘Dindarlar Cemmati‘‘ tabutunda infaz ettirilemez, sıfat dayattırılamaz. Stratejik hedefimizde ezberi bozmak, başkalarin tarihini ve okutturmalarını red etmek, ilkelerimizi, haklılığımızı kamuoyuna duyurmak destek aramak olmalıdır. Halk hafızasına yüklenmiş sahte format ve ideolojik virusu kendini arındırmasına ihtiyaç var. Çözüm formülü evrensel hukuk süzgecinden geçirerek halk ,millet ,etniside, ulus ,cemaat, topluluk, azınık halk, ezen ulus,
Bir de teorilerilerin araç ve amaçları kimlerin çıkarları gereği için yazdığını halkımıza anlatabilirsek, Dersim’in kendi ayakları üzerine oturmasını sağlıyacağımızdan şüphe yoktur.
Kim ne demişse varsın desin, biz Dersimliler son terteleyi mahşeri yaşamadan ganimetin son harmanı olmadan, yarından tez birlikte hareket etmek “Hakkın Divanı Mıslete Desimi” kurmak zorundayız,
Dersim için zengin famın (akil-fikir) aydınlar öncülüğün de, Meclise doğru ortak akıl nasıl oluşabilir ?
Tartışmaları bir süreç ile kısıtlayıp eylem ve pratik adımlara hazırlanmak için Koordinasyon da görev almış arkadaşların fikir toplama önerileri ile başlatılması doğru bir atılımdır.
Dersim Meclisi’nin kuruluşuna doğru yapılan birinci girişim çağrısı ve toplantısı kısmi olsa da kamuoyuna duyuruldu. Özellikle Dersimlinin ilgisi olduğu ve çağrının destek bulduğundan kimsenin kuşkusu olmamalı.
Bu süreç de medya yı kullanma olanakları her zamankinden daha uygun. İlk izlenimler büyük bir topluluk olan Diaspora’daki örgütsüz Dersimliler ve ideolojikleşmemiş Alevi toplumu camiası, kısmen Zaza dili aktivist çevreleri bu fikriyata sahip çıkma katkı sunma niteliğinde oldukları açıktır.
DERSİM MECLİSİ’NE DOĞRU YOL HARİTASI ÖNERİLERİ
1-Güvenlik zaviyatı açısından Diaspora Koordinasyon’da görev almış arkadaşlar fikirlerini beyan ettikten sonra, en kısa sürde “Birinci Girişim Komitesi” benzeri bir toplantı organize etmelidir.
2-Dersim Meclisi Koordinasyon Yürütmesi ikinci toplantıdan sonra “ortak akıl” oluşturmak için talebin olduğu her yerde; yerel bölgesel toplantılar yapılması için bir zaman süreci belirlemeli ve görev dağılımı yapmalıdır.
3-Toplantıların yapılacağı bölgelerden özellikle Yerel Koordinasyon’da görev almanın önü açık tutulmalıdır.
4-Merkezi Koordinatörler kendi yürütmelerinin çoğunluk kararı ile danışman ve akademisyenlerle çalışma olanakları açık tutulmalıdır.
5-Sonrasında Dersim için ortak akıl toplantılardan öne çıkacak talepler doğrultusunda öncelikle Diaspora ve Türkiye olmak üzere; iki ayrı genişletilmiş Meclis Koordinasyon toplantısı/toplantıları yapılmalıdır.
6-Sonrasın da “Dersim Fikriyatı”nın ilk asgari çerçevesini çizmesi için Türkiye ve Diaspora Koordinasyon Yürütmesi öncülüğünde, Meclise doğru karma ve genişletilmiş Dersim Meclisine doğru merkezi toplantısı yapılmalıdır.
7-Ortak Dersim aklı için Türkiye Koordinasyonu kendi alanı için karar mercihi olması ilke olmalı.
8-Avrupa Koordinasyon, Merkezi Diaspora Meclis aydınlanma toplantılarına konuşmacı temsilci tayin etme hakkınına sahip olmalıdır.
9-Asgari müşterekte başta Dersim de sürekli barış, Halkların kardeşliği, zorunlu din dersine karşı, Dinayetin yaptırımlarını red, barajların engellenmesi, doğanın korunması ve tüm geleneksel kutlamaların hayata geçirilmesi, çok dillilik dahil Zone Me eğitim dili (Zazaca ) Ana dil okulları, tv, radyo, e-gazete, e-dergi kurulması taleplerini kapsıyabilir olmalıdır.
10-Dersim Meclisi (DSTP ) Dersim sözlü tarih projesine sahip çıktığını kamuoyuna paylaşmalıdır.
10-Dersim Meclisi fikriyatı, Tertele mear yerleri, şehitliklerini, ziyaretlerini, 4 Mayıs Roja Sea, 15 Kasım Dersim büyüklerinin idamını Elezıg Buğday Meydanı, Dersim festivalleri, 37/38 teretlesi ve 1921 Koçgiri tertelesi dahil kendi sorumluluk üstlenmeli, eylemler ve brokratik atılımlar, politik ve siyasi tavır koyabilmelidir.
11-Dersim Meclisi’ne doğru süreçte Kürt/Zaza/Kırmancki Halkın ve Dersim Kızılbaşları toplumun inkarına karşı olmalı, Alevi Halk inançlarının varlık hakkına sahip çıkabilmelidir.
12-Bilinç bulandırmaya karsı Dersim arşivlerinini açılması için Dıaspora lobi destekli kamuoyu oluşturulmalıdır. .
DERSİMİN ORTAK AKILDA BİRLİĞİ SAĞLANMALIDIR
1-Dersim ortak aklı barışı esas almalı, çok dilli zor ve şiddetin önünde ciddi ilkeli olmalıdır.
2-Dersimin kendi kaderini kendi tayin etme hakkını Dersim Meclisi üstlenmelidir.
3-Yanlış siyaset ve ideolojik kargaşıklar tartışılabilinmeli,Dersim için aydınlanma (ele ele, el hakka felsefesi ile) için Genel Koordinasyonlar öncülüğünde dışımızdan bilim adamları , akademisyenlerin ve siyasilerin davet edilebilineceği Dersim fikri (ortk akıl) Konferansları /Paneleleri yapılmalıdır.
4-Siyasilerin dahil edilebileceği akademik destekli bir komisiyon öncülüğünde Dersim kimliği konusu, tarihini, felsefesini, sosyal örgütlenmesini gibi konular araştırımalı tartışma ortamı yaratmalıdır.
5-Meclis Yürütme Koordinatörleri ortak akıl konferans ve Panellerini Akademisyenlere, siyasi oluşumlara, meslek örgütlerine, kanaat önderlerine, gençlik ve kadınlara açık davetiye çıkarabilmelidir.
6-Ortak akıl konferans ve panelleri Dersimli köy, kasaba ve şehir yöresel derneklere açık tutulmasına için özen göstermelidir.
7-Ortak akıl için halkla buluşma toplantı ve gece ve festivalleri düzenliyerek öne çıkmış Dersimli kişi, sanatçı, edebiyatçı, yazar ve siyasilerin halkla buluşmalarına olanak sağlanmalıdır
8-Ortak Dersim aklı için halkla buluşma tüm alevi toplumu camiasına açık tutulması özgenliğini gösterebilmelidir.
9-Ortak Dersim aklında kim kendini nasıl görürse tolerans ve hoşgörü ile kabul etmeliyiz.
Örnek olarak Alevi akademileri ,Sol demokratlara, Haziran hareketine, Aydınlanma hareketine, Demokratik Haklar Federasyonu gibi kuruluşlara, Dersim Vakıflarını, Dersim dernekleri, Tunceli yerel dernekleri, Bektaşii vakıflarını, Alevi konfederasyonları, Pir Sultan Vakfı, Emek, Partızan, Zaza dil dernekleri, Bektaşii, Ocakzade çevreleri, Cem evleri, Alevi veya Pır Sultan dernekleri, İtikat Ocak kurumları, siyasi olsun olmasın Dersimli olup kendilerini Zaza, Kürt, Alevi, Kırmancki, Türkmeni, Türk, Ermeni görmek engel olmamalıdır.
10-Şartlar ve zaman uygun ise; ilkelerde birlik, demokratık itiffak ve birleşmeye açık örgütsel yapılara Meclisin kapısı açık tutulmalıdır.
KURUM İÇİN ÖNERİLER
1-Derim Meclisi kuruluşu ile birlikte Dersim için yeni bir bayrak kabul edilmelidir.
2-Meclis kuruluşundan sonra farklı taleplerin ve faliyetlerin hayata geçirilmesi için komisyonlar kurma toplantıları yapımalıdır.
3-Dersim Fikriyatı’nın halka mal etmek için komisyonlara katılımların önü belirli süreçte açık tutulmalıdır.
4-Meclis faliyetlerinin mali işlevlerini kolaylaştırmak için yürütme tarafından Banka Hesap numarası açılmlıdır
5-Meclis ve komisyonların faliyetlerini ve sorumluluk kurallarını denetliyecek bir disiplin kurulu vede maddi raporlar verecek bir denetleme olması oluşturulmalıdır.
6-Dersim Meclisi yasal çerçevede Diaspora alanında kurumlaşma formülleri tartışmaya sunulmalıdır.
7-Dersim Meclis ilerde Dersim kimliği çıkarma yetkisi doğrultusunda ciddi çalışma yürütmeli, tüm Diasporaya Dersimlilere kimlik dağıtabilmelidir.
Dersime yakışır olan barıştır. Başka Dersimimiz yok ki Munzur özgür aksın….
Kordinasyon yürütmesinde Dersim için mücadele azmi ile yola ışık veren canlara saygılar..
Aslan SERTIF
Münih / Almanya 13.03.2016[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]